Karac’oğlan der ki, bakın geline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş, biz burada yoğ iken
Karacaoğlan, şiirleri Türkistan’dan Balkanlara geniş coğrafyaları ve yüzyılları aşmış ve kendinden sonra gelen ozanları önemli bir şekilde etkilemiş büyük bir aşık ve halk ozanıdır. Bu yönüyle Türk halk edebiyatında bir mihenk taşı ve aşıklık geleneğinin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Günümüzde Türk halk müziği repertuarından dinlediğimiz birçok türkü, bestelenmiş Karacaoğlan şiirleridir. Bu yazıda, Neşet Ertaş’ı “Karacaoğlan’ın 20. yüzyıl reenkarnesi” olarak adlandıran birisi olarak Karacaoğlan’dan bahsedeceğim.
Karacaoğlan’ın Arapça ve Farsçadan etkilenmemiş çok duru bir öz Türkçeyle edebi yönü kuvvetli şiirler yazması onu Türk milletinin gönül tahtına oturtmuştur. Hayatı boyunca değişik coğrafyalarda gezmiş bir gezgin aşık olduğu için Anadolu’nun birçok yerinde Karacaoğlan bizim yöremizin ozanıdır diyerek bağra basılır. Yunus Emre gibi birçok yerde mezarı olması Anadolu Türklüğü nazarında gördüğü sevgiyi gösterir. Şiirleri Türkçenin oldukça akıcı, sade ve anlaşılır bir şekildeyken bile özlü ve derin olabileceğinin canlı örnekleridir. Destan, koşma, semai, türkü ve varsağı türünde şiirler yazan Karacaoğlan, 8’li (4+4) ve 11’li (6+5) hece ölçüsü kullanmıştır. Halk şiiri geleneklerine paralel olarak yarım uyak ve redif kullanarak ahenkli şiirler yazmıştır. Şiirlerindeki ana temalar aşk, ayrılık ve gurbettir. 500’den fazla eseri olduğunu bilmekteyiz.
İncecikten bir kar yağar
Tozar elif elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer elif elif diye
Türk halk edebiyatında Karacaoğlan isimli farklı yüzyıllarda yasamış birden fazla ozan vardır, ancak bizim şiirleriyle aşina olduğumuz, türkülerini çalıp söylediğimiz gerçek Karacaoğlan 17. yüzyılda Çukurova bölgesinde yaşamıştır. Şiirlerinde kullandığı dilin 17. yüzyılda konuşulan dile özgü olması ozanın bu yüzyılda yaşadığı görüşünü destekler. Çukurova Yörük Türkmen kültürünün etkisi hem şiirlerinde kullandığı dilde ve hem de şiirlerinin içeriğinde açık bir şekilde görülür. Onun şiirlerinin kaynağı, doğup büyüdüğü göçebe toplumun gelenekleri ve yurt edindiği topraklar olmuştur. Çukurova’da “Karacaoğlan çığırmak” türkü çığırmak, bozlak söylemek, uzun hava söylemek demektir. Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavur Dağlarında yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşam tarzı, duygu ve düşünce dünyası, onun kişiliğiyle harmanlanarak aşık edebiyatında bir ekol olmuştur. Dağlar, yaylalar, çiçekler ve nehirler gibi doğa unsurlarını şiirlerine ustalıkla dahil etmiştir. Bunda, göçebe Yörük kültürünün doğayla iç içe ve barışık yaşamasının payı vardır. Bir Yörük olarak konar göçer bir yaşam sürmesi ve sözlü geleneğin bir sonucu olarak yazılı kaynak olarak hakkında pek bir şey yoktur. Dolayısıyla, doğum tarihi, ölüm tarihi ve mezarının nerede olduğu belirsizdir [1].
Madde ve mana arasındaki dengeyi bulmak belki de insanın içindeki en büyük çatışma ve bu dünyadaki en büyük sınavıdır. Sultan Süleyman’a bile kalmamış dünya hayatı kısadır, tüm zenginlikler ve yaşanılan tüm duygular geçicidir. Ancak bu insanın sevmesine ve sevilmesine, dünyadaki güzellikleri görmesine ve onları görüp mutlu olmasına engel değildir.
Karacaoğlan, duygu ve isteklerini açık seçik ortaya koyar. Acılarla, ayrılıklarla ve ölümle arası hoş değildir. Yaşama sevinciyle doludur; gönül kapısı, bütün güzellere ve bütün güzelliklere karşı, ardına kadar açıktır. Bu yüzden kafalardan çok, gönüllere seslenir, gönüller fetheder. [3]
Dünyevi hayattan neredeyse tamamen soyutlanmış tasavvuf edebiyatının aksine, Karacaoğlan madde ile manayı dengelemiştir. Şiirlerinde sıklıkla dünya nimetlerine, doğanın güzelliğine ve insanın kendisine odaklanmış ama ölümü, faniliği ve ebedi hayatı unutmamıştır. İki dünya arasında kurduğu bu denge belki de yüzyıllardır unutulmamasının sebebidir, çünkü hayatında bu dengeyi arayan her Türk onun şiirlerinde kendini bulmuştur [3]. Çünkü Allah’ın nimetlerinin tadına varıp hayatı insanca ve şereflice yaşama ve ölüm sonrası hakkın cennetine girme isteği Anadolu Türklüğünün özünü şekillendirmiştir. Karacaoğlan ekolü “madde ve mana ahengi”ne en güzel örnek onun “Ömrüm Uzun Eyle Ey Bari Hüda” adlı şiiridir:
Ömrüm uzun eyle ey Bari Hüda
Hamd-ü sena şükür etmek isterim
Çalışıp kazanıp nefis taamlar
Dişlerim var iken yemek isterim
Açıldı da ağzın söyler zebanlar
Sana muhtaç bunca şahlar gedalar
Al yeşil hırkalar türlü libaslar
Böylece münasip geymek isterim
Bir küheylan at ver istemem eşek
Üstü kaplan postu tek olsun öşek
Kuş tüyünden yastık yumuşak döşek
Keçeler içinde yatmak isterim
Bir güzel isterim ahu bakışlı
Gerdanı bir karış benli nakışlı
İnci dişli olsun hem kara kaşlı
Boynuna sarılıp yatmak isterim
Kalk gönül gezelim helva alayına
Ol helvalar da dişe kolayına
Her akşama da pirinç pilavına
Kahvaltıda ballı kaymak isterim
Bamyayı severim dolma hoş olur
Ballı börek pişer içi boş olur
Hele zerdali yanında hoş olur
Yedikçe tadına doymak isterim
Nerede kaldı şekerli kurabiye
Ne demeli fırın eti kebaba
Bazılar da su mu katar şaraba
Neme lazım adın demek isterim
Kocadım ihtiyar oldum kardaşlar
Halime rahmedin bakın yoldaşlar
Döküldü ağzımda kalmadı dişler
Yağlıca höşmerim koymak isterim
Yedirdin içirdin hepsi de yalan
Ahır ömrümüzü ederler talan
Bu sözüm dinleyip nasihat alan
İşitip tutanı duymak isterim
Azrail göğsüme çöktüğü zaman
Öyle bilin halim perişan yaman
Bülbülüm kafesten uçtuğu zaman
Cesedimi kabre koymak isterim
Karac’oğlan der ki böyle kalaydım
Zahir batın muradıma ereydim
Ol gün dahi cemalini göreydim
Hakk’ın didarını görmek isterim
Karacaoğlan bu şiirinde emek verip çalışarak hakkıyla elde ettiği dünya nimetlerinden faydalanmak ister. Tanrıdan uzun bir ömür diler, küheylana binmek, gençken dişleri keserken lezzetli yemeklerden yemek, kaliteli kıyafetler giymek, güzel bir eşe sahip olmak ister. Daha sonra yaşlandığından bahseder ve halinin bir nasihat olduğunu söyler ve “Yedirdin içirdin hepsi de yalan / Ahır ömrümüzü ederler talan” diyerek tüm bu dünya nimetlerinin ölüm gerçeği karşısında anlamını yitirdiğini vurgular. Artık ne kuş tüyünden yastık ne şekerli kurabiye ne de ahu bakışlı bir güzel ister. Karacaoğlan artık öldüğünde (“Bülbülüm kafesten uçtuğu zaman”) kendine bir mezar ister (“Cesedimi kabre koymak isterim”) ve “Hakk’ın didarını görmek isterim” diyerek cenneti arzular. Bir diğer ünlü şiiri, ölümü kaçınılmaz bir yazgı olarak gören Anadolu Türk’ünün “her ölüm erkendir” düşüncesinin dışa vurumudur:
Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Akıbet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Şöyle bir vakıtlar yiyip içerken
Yiyip içip yaylalarda gezerken
Yine mi geldin ben senden kaçarken
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Çıkıp bozkurdlayın uluşamadım
Yalan dünya sana çıkışamadım
Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Karac’oğlan eder derdim pek beter
Bahçada bülbüller şakıyıp öter
Anayı atayı dün aldın yeter
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Bu şiirinde Karacaoğlan ölümden kaçmak isteyerek varoluşçu bir felsefe ortaya koymaktadır. Karacaoğlan şiirlerinde aşk kavramı tasavvuftaki gibi soyut, ideal, mistik ve ilahi değil mevcut, ete kemiğe bürünmüş ve somuttur. Yine ona özgün bir şekilde, şiirlerinde farklı ögelerle güzelin bedenini tarif ederek kadın bedenini bir tabu olmaktan çıkarmıştır. Nomadik olmasının etkisiyle güzeli ve aşkı doğayla bütünleyerek dünyevi şekilde ele alır. Örneğin, güzelliği tarif ederken doğadaki hayvan ve diğer nesneleri benzetme olarak kullanır. Sevgili bazen yaylalarda gezen bir ceylan, dağlarda bir keklik ve ovalarda bir karanfildir [2].
Karacaoğlan, güzellerini doğadan, yaşadığı çevreden, sosyal ilişkilerinden ayrı düşürmez. Bunun yanında şiirlerindeki güzellerin saçı, yüzü, kaşı, kirpiği, gözü, ağzı, burnu, dişi, alnı, bağrı, göğsü, kolu, bileği, eli, ayağı, topuğu, boyu posuyla ilgili ayrıntılı, güçlü benzetmeler ve tasvirler yapar. [2]
Şiirlerinden Karacaoğlan’ın diyar diyar gezerken gittiği her yerde bir güzele bağlanmıştır. Onun için sevgi bu fani hayatı anlamlı kılar, aşk kalıcı ve sevgililer geçicidir. O yüzden güzellerin ismi ve fiziksel tasvirleri sürekli değişir. Örneğin, sevgilinin gözleri bazen ela, bazen de kömür rengidir.
İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif, Ayşe, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice… gibi. Karacaoğlan bunların kimine bir pınar başında su doldururken, kimine helkeleri omuzunda suya giderken, kimine de yayık yayıp halı dokurken görüp vurulmuştur. [4]
Çukurova ve Torosların bu ele avuca sığmayan evladı Karacaoğlan, Anadolu Türklüğünün belleğinde çağlar boyu sürecek bir yankı bırakmıştır. Kökleri İslam Öncesi Orta Asya Türk sözlü geleneğine kadar uzanan aşıklık geleneğini zirveye çıkartmıştır. Şüphesiz ki bestelenip türkü olmuş şiirleri sonsuza kadar doğumdan ölüme Türk milletinin neşesine, derdine, aşkına ve hüznüne eşlik edecektir. Yazımı, birçok Karacaoğlan şiirini modern enstrümanlarla seslendiren Grup Abdal’ın “Revan” isimli albümünün kapağında yer alan Türk Halk Edebiyatı hakkındaki şu sözlerle bitirmeyi anlamlı buluyorum:
Doğumdan ölüme, acıdan öfkeye, aşktan sevince, savaştan göçe; ninni oldu, ağıt oldu, halay oldu destan oldu, deyiş oldu türküler. Ölümler gördün, ayrılıklar yaşadın, özlemler çektin, gurbete düştün belki de… Gözünden süzülen yaşa yoldaştı anımsadın mı? Kızgın ve öfkeliydin zaman zaman; heybetliydin yeri geldiğinde, dağ gibi… Türküler yanı başındaydı hep dostun gibi, yoldaşın gibi… Pir sultan oldu, Karacaoğlan oldu, Nesimi oldu dile geldi türküler… Sümmani’nin gönlünden, Veysel’in dilinden, Neşet’in telinden o güzelim türkülerdi seni büyüten, o güzelim türkülerdi öğütleyen… Bir nefes de biz verelim, omuzuna bir el de biz koyalım diye ‘revan’ dedik geldik yüreğinin kapılarına, beraber yollara revan olalım diye…
Kaynakça
[1] Karacaoğlan’ın Hayatı ve TRT Repertuvarında Olan Türkülerin İncelemesi, Adem Sevinç
[2] Karacaoğlan Şiirinin Felsefi Temelleri, Sadık Erol Er
[3] Şiirlerinde Herkesin Kendini Bulduğu Âşık: Çukurovalı Karacaoğlan, Mehmet Aça
[4] Karacaoğlan ve Şeyhülislâm Yahya’nın Şiirlerindeki Âşık, Sevgili ve Rakip Tiplerinin Karşılaştırılması, Zeynep Betül Yücel