Emir Timur ve Kurtuluş Savaşı arasındaki ilginç bir bağı anlatacağımız bu yazı, konu hakkında fikri olmayanlara şaşırtıcı gelebilir. 14.yy’da Türkistan Semerkant merkezli bir Türk-Moğol devleti kurmuş Timur ile 20. yüzyıl Türk tarihine damgasını vurmuş bir varoluş savaşı arasında nasıl bir bağlantı olabilir? İşte bu yazıyla beraber, günümüzde coğrafi olarak çok uzakta kaldığımız kadim yurdumuz Türkistan’la aslında tarihin hiçbir döneminde kopmamış görünmez ve köklü bağların bir örneğini göreceğiz. Tarih boyunca Kıta Avrupa’sından Pasifik Okyanusu’na uzanan uçsuz bucaksız bir coğrafyayı atlarının nalları altında ezmiş yüce Türk milletinin Anadolu’daki bir avuç temsilcisi, yüzyıllar önce Türkistan’da ruhları aynı bağımsızlık ateşiyle yanan atalarını şüphesiz gururlandırmıştır. Biz Türkler için Semerkant Selanik kadar, Buhara Kerkük kadar ve Doğu Türkistan Tebriz kadar değerlidir ve öyle de kalmalıdır. Çünkü Semerkant’taki Kazak Türkü, Buhara’daki Özbek Türkü ve Doğu Türkistan’daki Uygur Türkü bize sandığımızdan daha çok yakındır. Ankara neyse Tebriz o, Bakü neyse Semerkant odur.
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan. Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir, Turan! – Ziya Gökalp
Emir Timur 1336 yılında günümüz Özbekistan’ında ve o zamanın Çağatay Hanlığına bağlı bir şehir olan Keş’te soylu bir ailede dünyaya gelmiştir. Bir bacağı diğer bacağından kısa olduğu için topallayarak yürümesinden dolayı kendisine Aksak Timur anlamına gelen Timurlenk denilmiştir. Bir diğer lakabı “Müşteri (Jüpiter) ile Zühre’nin (Venüs) yakınlaştığı anda doğan, kutlu uğurlu hükümdar” anlamına gelen Sahipkıran’dır. Timur, etnik olarak Moğol’dur ancak yaşadığı coğrafya ve dönem gereği tamamen Türkleşmiş Barlas aşiretindendir ve babası bu aşirette saygı duyulan bir Bey’dir. Doğduğu ve yetiştiği çevre ve Çağatayca konuşmasından dolayı Türkleşmiş Moğol ifadesi yerindedir. Nitekim, Türk kimliğini gururla vurgulayan bir hükümdardır. Timur, Timurlu hanedanının kurucusu ve ilk hükümdarı olarak 1370’te Maveraünnehir’de emirliğini ilan etmiştir. Soyu Cengiz Han’dan gelmediği için Han unvanını hiçbir zaman kullanmayıp Emir unvanını kullanmıştır [3]. İktidarına meşruiyet kazandırmak için Cengiz Han’ın soyundan gelen Saraymülk Hanım’la evlenmiştir. Bu evlilikle Timur, han damadı anlamına gelen küregen (Gürgan) sanını taşımaya başlamıştır ve resmen kendi devletini Cengiz Han’ın Moğol devletinin devamı görmüştür.
Biz ki Melik-i Turan, Emir-i Türkistan’ız, biz ki Türk oğlu Türk’üz; biz ki milletlerin en kadimi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz! – Emir Timur
Sahipkıran, Doğu İran’dan Moğolistan’a uzanan dağınık Çağatay ulusunu birleştirmiş ve kısa sürede bilinen dünyanın önemli bir kısmını fethederek inanılmaz büyüklükte bir imparatorluk kurmuş, Türk tarihinin en büyük liderlerinden birisi olmuştur ve Cengiz Han’ın cihan hakimiyeti hedefini devam ettirmiştir. Timurlular, ateşli silahlar yaygınlaşmadan önce steplerden çıkan son büyük imparatorluktur. Hayatı boyunca savaş kaybetmemiş Timur, fethettiği coğrafyanın büyüklüğü de göz önüne alındığında Büyük İskender ve Cengiz Han kadar büyük bir mareşal ve fatihtir. Fethettiği yerlerde insanların kafataslarından oluşan piramit kuleler yaptırarak dehşet saçmıştır. Askeri dehasına ek olarak Timur bilime ve sanata çok önem vermiştir. O dönemde Timur’un sarayındaki entelektüel çevrenin Osmanlı sarayında olmaması bunu desteklemektedir. Timurlular Türk-Moğol-İslam sentezini doruk noktasına çıkarmış ve tarihte İslam/Timur Rönesansı olarak adlandırılan bir aydınlanma çağına vesile olmuşlardır. Timurlular döneminde Orta Asya altın çağını yaşamıştır ve Semerkant bilim, sanat ve kültürde dünyanın en önemli şehirlerinden birisi olmuştur. Timur’dan sonra tahta oturan oğlu Şahruk ve oğlundan sonra tahta oturan torunu Uluğ Bey çok iyi astronomlardır. UNESCO’nun aydaki bir kratere Uluğ Bey ismini vermesi Timurlu hanedanının bilime olan katkısının en güzel örneklerinden birisidir.
Kader, tarihin en büyük Türk devletlerinden ikisi olan Osmanlı ve Timurlu Devletlerini 28 Temmuz 1402’de Ankara Savaşı’nda karşı karşıya getirmiştir. Dönemin Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid, 1396’da Niğbolu’da büyük bir haçlı ordusunu yendikten sonra önemli bir prestij kazanmış ve balkanlarda yaptığı fetihlerle İslam dünyasında gazi sultan unvanıyla anılmaya başlanmıştır. Bütün İslam dünyasının koruyucusu olduğunu iddia eden Timur, uç bölgesinde bir aşiretken büyük bir devlet haline gelen Osmanlı’yı küçümsemiş, gazi devlet olarak anılmasından rahatsız olmuş ve Kösedağ Savaşı sonrası İlhanlı geleneği gibi Anadolu’yu kendine bağlı kabul etmiştir [9]. Bu sebeple, dönemin Timur ve Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid arasında sonu savaşa varacak bir sürtüşme başlamıştır. Bu o dönemde henüz en güçlü halinden çok uzak olan Osmanlı’yı büyük bir cihan imparatorluğuyla karşı karşıya getirmiş ve neredeyse yıkılmasına sebep olmuştur. Doğu Anadolu bölgesinde artık sınır komsusu olan bu iki devlet egemenlik kavgasına başlamıştır. Yıldırım’ın Karakoyunlu Türkmen beyi Kara Yusuf’u ve Irak sultanı Ahmed Celâyirî’yi himaye etmesini Timur bir meydan okuma saymış ve Yıldırım’ın Anadolu’da egemenliğini tanımayarak yanına sığınan Germiyan, Kastamonu ve Karaman gibi Türkmen beylerini himayesi altına almıştır. Durumun daha da kötüleşip bir savaşa dönüşmesindeki kabahatin büyüğü Timur’un daha uzlaşmacı ve yapıcı tutumumun aksine Timur’a olan mektuplarında “kudurmuş köpek” veya “gelmezsen eşlerin senden üç kez boş olsun, ben de senden kaçarsam eşlerim üç kez boş olsun” gibi saldırgan ve küçümseyici ifadeler kullanan Sultan Bayezid’dir.
Ordusunun büyük çoğunluğu süvari olan Timur bunu avantaja çevirmek için engebeli olmayan bir yerde savaşmak istemiş ve Osmanlı ordusunu Ankara Çubuk ovasına çekmiştir. Anadolu içinde Timur’un ordusunu süratle takip eden Yıldırım’ın ordusu bu manevralar sonucunda yorulmuş, hasta ve bitap düşmüş ve suyun olmadığı bir mevkide savaşmak zorunda kalmıştır. Timur’un Hint seferinde ele geçirilmiş zincirli savaş filleriyle desteklenmiş ve Orta Asya steplerinde yıllarca süren savaşlarda tecrübe kazanmış göçebe Türk-Moğol boylarından oluşan bir orduya karşı Osmanlı’nın şansı zaten hiç olmamıştır ancak savaş sırasında Osmanlı ordusunda bulunan Tatarlar ve Timur yanına sığınmış Türkmen beylerine bağlı askerlerin Timur’un saflarına geçmesi Bayezid için büyük bir bozguna sebep olmuştur. Bayezid’in yanında çoğunlukla devşirme kapıkulları ve Sırp müttefik Prens Lazarovic’in askerleri kalmıştır ve cesaretle savaşmalarına rağmen Sultan yakalanmış ve bağlanarak Timur’un çadırına getirilmiştir. Bu daha sonra Osmanlı’da devşirme sistemine daha çok ağırlık verilmesine sebep olacak bir olaydır. Bayezid’in tutsakken Tatarları Anadolu’dan alıp götür isteği Timur tarafından kabul edilmiştir [9].
Bu fenalığı kendine sen yaptın, kaç defa haddini tecâvüz ettin, intikam almak bana vâcib oldu. Rum memleketleri üzerinde bayraklarımızı dalgalanmasını istemedim; bu da Efrenc’e karşı girişmiş olduğun gazâda muzaffer olduğun içindi; hatta sana yardım etmek, mal ve asker vermek istedim. Senden ancak şunu istedim: 1. Kemah kalesinin teslimi, 2. Taharten ailesinin teslimi, 3. Kara Yusuf ailesinin sınır dışı edilmesi, 4. Anlaşma için bir elçi göndermen. Gururun yüzünden Tanrı’nın hükmüne karşı geldin. Ben sana iyilikten başka bir şey yapmayacağım.
– Timur’un Bayezid’e konuşması [9]
İlginç bir anekdot olarak, Ankara Savaşı’nın günümüz Ankara’sına bir etkisi Esenboğa Havalimanı ismidir. Esenboğa ismi Timur’un Ankara savaşındaki fil birliklerinin kumandanı olan İsen Buga adlı komutanın isminin zamanla değişmesiyle meydana gelmiştir.

Ankara Savaşı sonrası, Timur, Moğol-İlhanlı devlet politikalarına benzer şekilde “böl, parçala ve yönet” politikası uygulayarak Karamanoğlu, Germiyanoğlu ve Aydınoğlu gibi Türkmen beyliklerine topraklarını iade ederek Anadolu’daki beylikleri tekrar canlandırmış ve kalan Osmanlı topraklarını üç şehzade arasında pay edip tüm Rumeli ve Anadolu topraklarını kendisine bağlamıştır. Dolayısıyla, Ankara Savaşı sonrası Osmanlı’nın Anadolu’daki siyasi birliği tekrar sağlaması bir asırdan fazla sürmüş ve savaş sonrası girilen fetret devrinin getirdiği yıkım ancak 1453’te İstanbul’un fethiyle toparlanabilmiştir. Ankara Savaşı sonrası Doğu’dan gelebilecek olası tehlikeler devlette her zaman travma yaratmış ve Timur öldükten sonra bile oğlu Şahruk zamanında I. Mehmet ve II. Murat Timurlu devletine hediyeler göndererek bağlılıklarını arz etmişlerdir.
Timur savaş sonrası İzmir’e yakın Tire’de kışlamaya gelmiş ve gözünü Batı Anadolu’da Türk hakimiyeti altında olmayan tek şehir olan İzmir’e çevirmiştir. Malazgirt Zaferi sonrası Anadolu’ya gelen Selçuklu beylerinden biri olan Çaka Bey tarafından fethedilen İzmir, Çaka Bey’in ölümü sonrası tekrar Bizans’ın eline geçmiştir. 1328’de Aydınoğulları şehri tekrardan Türk hakimiyeti altına almış ancak 1344’te şehir tekrardan Hristiyanların eline geçmiştir. Dolayısıyla, 14. yy. İzmir’i siyasi olarak ilginç bir manzaraya sahiptir. Şehrin iç kısmında bulunan Kadife Kale ve şehrin kara tarafı Türklerin elindeyken sahil kesimi ve limana hakimiyeti sağlayan diğer kale 1344 yılından beri Rodos Şövalyelerinin koruması altındadır. Rodos Şövalyeleri Hristiyan bir tarikat olan Saint Jean Şövalyeleridir ve çoğunlukla Rodos’ta yaşadıkları için bu isimle anılmışlardır. İlginç bir şekilde, bugün hala bazı çevreler tarafından kullanılan “Gavur İzmir” deyimi bu dönemdeki Müslümanların yaşadığı İzmir ve sahil kesiminde Hristiyanların yaşadığı İzmir ikiliğinden gelmektedir [1].
İzmir kalesi üç tarafı denizle çevrili olması sebebiyle alınması çetin bir kaledir. Nitekim, Bayezid’in babası I. Murad ve Bayezid tarafından kale alınamamıştır ve hatta Bayezid 7 sene uğraşmasına rağmen başarılı olamamıştır. Emir Timur, Aralık 1402’de bizzat ordunun başında İzmir’e gelmiştir. Bizans tarihçisi Doukas’a göre Timur liman girişini çok büyük miktarda taşlarla doldurtarak denizden kaleye yardım gelmesini engellemiştir. Kuşatma sırasında mancınıkların, kuşatma aletleri ve lağımcıların ustaca kullanılması Timur’un askeri ve stratejik zekasını göstermiştir. Kalenin altında kazılan tünellerin patlatılmasıyla şehir iki haftada fethedilmiştir [6]. İzmir’in fethi Timur’un Gürcistan seferleriyle beraber yaptığı tek cihat olduğu için ayrı bir öneme sahiptir çünkü Timur ömrünün büyük bir kısmını Asya’daki diğer Müslüman ve Türk güçlerle savaşarak geçirmiştir [2].
Osman Bey’in Kayı boyundan bir Türkmen aşireti lideri olduğu kesindir ancak Osmanlı soyu herhangi bir soyluluk içermemektedir. Dolayısıyla, meşrutiyetini büyük Cengiz Han’ın soyuna dayandıran Timur’a nazaran böyle bir şeceresi olmayan Osmanlı için hükümdarlık meşruiyeti kazanmanın tek yolu Balkanlar’da cihat yaparak İslam dünyasında itibar kazanmaktır [4]. Timur Yıldırım’ın uzun bir süre alamadığı İzmir’i kısa sürede fethetmesiyle iftihar etmiştir ve Balkanlar’daki fetihleriyle İslam dünyasında büyük ün kazanmış Yıldırım’dan daha üstün olduğunu ve İslam’ın en büyük hükümdarı olduğunu kendince bu şekilde göstermiştir. Bunu bir nevi destekleyen kaynak, Timurlu tarihçisi Ali Yezdi’nin Zafername adlı eserinde “Osmanlıların alamadıkları İzmir’i Timur iki haftada aldı, bunu duyan Bayezid’in şaşkınlıktan ağzı kulaklarına vardı” ifadesini kullanmasıdır [5]. Bir başka yaygın görüş, Timur’un İzmir seferini Gazi bir devlet olan Osmanlı’yı darmadağın ettikten sonra İslam dünyasındaki imajını düzeltmek ve kendisi de Gazi sıfatını almak amacıyla yaptığıdır. Çünkü Ankara Savaşı İslam’ın Balkanlar’da yayılmasını sekteye uğratmıştır. Osmanlı’ya karşı Hristiyan dünyasıyla ittifak içinde ve iyi ilişkileri olan Timur’un buna zıt olarak Hristiyan İzmir’i fethetmek istemesi bu görüşleri destekler niteliktedir. Sahipkıran’ın 1403 yılında Semerkant’a dönüşünden sonra İzmir önce Aydınoğulları sonra Osmanlıların eline geçmiş ve 1919’daki Yunan işgaline kadar Türklerin elinde kalmıştır.
Şimdi gelelim Kurtuluş savaşında görev yapmış bir subaya, yani Şerafettin Bey’e. Şerafettin Bey İzmir Hükümet Konağı’nda göndere alay bayrağını çeken asker olarak “İzmir Fatihi” ilan edilmiş ve Soyadı Kanunu çıktığında Mustafa Kemal tarafından kendisine “İzmir” soyadı verilmiştir. İzmir’e ilk giren süvari subayı olan Şerafettin Bey’e, 15 Eylül 1922 tarihinde Atatürk tarafından bir kılıç takdim edilmiştir. Bu kılıcın İzmir’e giren komutana verilmesinin tarihi bir anlamı vardır, çünkü bu kılıç, Emir Timur’un 500 sene önce İzmir’i fethettiğinde belinde olan kılıçtır… İzmir’i 520 sene önce Türk yapmış kılıç, İzmir’i korkunç Yunan işgalinden kurtarıp tekrardan Türk ve Müslüman yapmıştır [7].
Kurtuluş Savaşı sırasında, Sovyet Buhara Cumhuriyeti, Ankara hükümetine üç kılıç göndermiştir. Emir Timur tarafından kullanılan bu üç kılıçtan ikisi, aradan geçen 520 yıl sonra Türklerin Kurtuluş Savaşı’nı yöneten iki önemli askerin, Mustafa Kemal ve İsmet Paşaların belinde yer almıştır. Atatürk, bu kılıçlardan birini kendisi alırken, diğerini Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya vermiştir. Üçüncü kılıç ise İzmir’e ilk defa girecek fatihe verilmek üzere ayrılmıştır. Maalesef ki Şerafettin Bey’in bu tarihi kılıcı 1948’den beri kayıptır [8]. 1402 ve 1922’de aynı şehirde gerçekleşmiş Türk tarihinin iki önemli olayını birbirine bağlayan bu kılıç, aslında uzakların bize yakın olduğunu ve tarihimizin sadece Türkiye ve Osmanlı ekseninde değil, Turancı bir bakış açısıyla bir bütün şekilde değerlendirilmesi ve anlatılması gerektiğini göstermektedir.

Kaynakça
[2] https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/izmiri-turk-yurdu-yapan-hukumdar-timur-42181719
[3] Tarihin Arka Odası Programı, Konuk: Prof. Dr. Cüneyt Kanat
[4] Timur, Rodos Şövalyeleri ve Batı Anadolu Seferi, Yahya Başkan
[5] Emir Timur’un İzmir’i Fethi Hadisesinin Osmanlı ve Timur Devri Tarih Yazımına Yansıması, Mert Can Erdoğan ve Burhan Erhan Çavdaroğlu
[6] Siege of Smynra, https://medievalreporter.com/siege-of-smyrna/
[7] İzmir’in Kurtuluşu ve Üçüncü Kılıç, Kemal Arı
[8] https://www.haberturk.com/izmir-haberleri/80864290-serafettin-beyin-tarihi-kilici-sir-oldu
[9] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık
Bir yanıt yazın