Türk Folklorunda Benzer Korkular: Hortlak, Cadı, Gulyabani ve Vampir

Türk kültürü ve diğer kültürlerdeki anlatılarda, olağanüstü güçlere sahip doğaüstü varlıklar hakkında pek çok inanç ve mit bulunmaktadır. Türk kültüründeki hortlak, cadı ve gulyabani gibi varlıklara olan inanışlar, bazı bölgelerde (özellikle Rumeli ve Kafkaslar ağırlıklı olmak üzere) Slav folkloruyla özdeşleşmiş vampir inanışlarıyla ölüp dirilme ve kan içme gibi birtakım benzer özellikler taşımaktadırlar. 1880’de basılmış Redhouse İngilizce-Türkçe sözlüğünde vampir kelimesinin Türkçe karşılığının “cadı” olarak verilmesi bu inanışların benzerliği konusunda bir görüş olduğunu göstermektedir. Bu varlıklarla alakalı vakaların Osmanlı döneminde resmi kayıtlara geçecek kadar ciddiye alınması korku ögelerinin ve inanışlarının Türklerin günlük hayatında önemli yer tuttuğunu göstermektedir. Erken dönem Türk hortlak-cadı anlatıları vampirlere benzer şekilde kan içme ve dirilme gibi unsurlar içerirken yakın döneme doğru bunların kaybolduğunu veya değiştiğini görmekteyiz [1]. Zamanla cin-peri inanışları hortlak ve cadı inanışlarının yerini almıştır.

Bir başka ifadeyle Cumhuriyet ile birlikte Ortodoks İslam’a ait bilgilerin geniş halk kitleleri arasındaki yayılımı, eğitim ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla, din eğitiminin standardizasyonunun yükselmesiyle, “hurafe” olarak nitelendirilen ve başta din görevlilerinin hışmına uğrayan halk dini ve halk inançlarının gelenek çevresinin daraldığı rahatlıkla gözlenebilir. Öte yandan meydana gelen boşluğun Ortodoks İslam’ın onayladığı inançlarla doldurduğu görülmektedir. Nitekim Kur’an’ın onayladığı “cin” ve “cinliler” inancının daha önce pek çok çeşitliliğe ve işlevselliğe sahip olağanüstü varlıkların yerini alarak yayıldığı kanaatindeyiz. …Cin geleneğiyle hiçbir ilişkisi olmayan “al karısı” veya “al basması” adlı varlığın bile çok büyük ölçüde “cin geleneği” içinde asimile edilmekte olduğu görülmektedir. Kısaca toparlayacak olursak, Ortodoks İslam’ın kabul ettiği inançlarla, heterodoks olarak da nitelendirilen halk inançları arasında bir merkezkaç ilişki vardır ve bu ilişkiden cin geleneği, diğer olağanüstü varlıkları ya asimile ederek ya da onların yerini alarak her geçen gün gelenek çevresini genişletmektedir [7].

Hortlak, Türk kültüründe, Ölüyken mezardan çıkarak insanları korkuttuğuna veya zarar verdiğine inanılan bir varlıktır. Hortlayan insanların yaşarken kötü şeyler yaptıkları için bu hale geldiklerine inanılır. Hortlak inanışı, Türk mitolojisinde ve Türk halk kültürü inançlarında önemli bir yerdedir. Eski Türklerde ruhun ölümsüzlüğü inancının bir sonucu olduğu görüşleri vardır. Oğuz Türklerinden Tuva Türklerine ve Tatar halklarına kadar geniş bir coğrafyadaki Türk halklarında benzer hortlak inanışları görülmektedir. Bölgeye ve döneme göre cadı anlamına da gelmektedir. 

Gömüldüğü gece mezarından kalkıp sırtında kefeniyle ortalığı dolaşan hortlaklara inanıldığı gibi kızdığı kimselere musallat olan hortlaklar da vardı. Çok hızlı koştuklarına, ata bindiklerine, silah kullandıklarına, insana saldırabildiklerine, kızdığı kişileri dövebildiklerine, sevdiklerini kaçırabildiklerine, ev basıp yol kesebildiklerine de inanılırdı [1].

Vampirler ise Orta Avrupa ve Balkan kökenli, Slav fölklöründe (Rusya, Karadağ, Sırbistan, Romanya, Bohemya ve Macaristan) önemli bir yer tutan kan emici yaratıklardır. İslam inancının etkisiyle Anadolu ve Orta Doğu gibi coğrafyalarda yerini Cin kavramına bırakmıştır, ancak Müslüman ve Hristiyan nüfusun beraber yaşadığı Balkanlar’da Türk kültüründe de yer bulmuştur.

Batıdaki vampir inanışıyla, Türklerdeki hortlak ve cadı inanışını karşılaştırdığımızda bunların aralarındaki etkileşimi görebilsek de hangi kökenden çıktığını söylemek için elde kesin bir bilgi yoktur. Yalnız vampir inancının bizdeki hortlak ve cadıyı kısmen karşıladığını söylemek mümkündür. Vampir inanışı ile hortlak-cadı inanışındaki etkileşimin izlerini görebilsek de tıpkı kökeni gibi hangi kültürden ötekine (Slav-Türk veya Türk-Slav) ne kadar ve hangi dönemde sirayet ettiğini bilemiyoruz. [1]

Vampir sözcüğünün kökeni konusu çok tartışılmıştır. Bir görüş bu sözcüğün Batı dillerine Kuzey Türkçesinde “cadı” anlamına gelen “obur”dan türediğidir:

Ubır/obur karçık veya ubır/obur kişi tamlamalarından elips sonucu kalıcı ada dönüşen obur/ubır sözcüğü, Eski Bulgar Türklerinin veya Peçenek, Kuman, Uzların dilinden Rusçaya, Rusçadan Doğu Avrupa Slav dillerine, buradan da Batı Avrupa’ya nakledilmiş; nakledilirken de vupĭr vd. /v/ ön sesli biçimler iç seste /m/ (epenthetic m) türemesiyle bugünkü biçimine ulaşmış olmalıdır [5].

Gagavuz Türk anlatılarında obur/hobur adlı varlıklardan bahsedilir. Bunlar günahkar insanların öldükten sonra mezarda bir hayvana dönüşmeleri inanışı etrafında şekillenmiştir. Bu motif Anadolu Türklerindeki hortlak ve Azerbaycan Türklerindeki hortdan isimli varlıklara benzerdir. Kazan Tatarları ve Çuvaşlar gibi diğer Türk halklarında da obur ismine benzer isimlerde kötücül varlıklara inanış vardır. Kazan Tatarlarında ”Ubır” ya da “obur”un insan yiyip kan içtiği inancı vardır.

Rize’deki bazı halk inanışlarında ise “obur” ve “hortlak” inanışının birbirini karşıladığını görürüz. Buna göre kötü kimselerin öldükten sonra hortlak çıkacağına, oburun kefeni sırtında mezarından çıkarak evinin karşısına gelip gürültü yaptığına, tereklerdeki soğanları yere döktüğüne inanılmaktadır. Böyle durumlarda “obur yerine git, yerine git” denilmesi halinde oburun yerine döneceğine, ondan kurtulmak için de mezarına pelit kazığı ile bir sepet çakılması gerektiğine, soğanın, sarımsak, turp gibi bazı kötü ruhlara karşı etkili olduğuna inanırlarmış. Obur, Hemşin yöresinde “ubur” olarak anılıp, hayatta iken kötülükler yapmış yaşlı kadınların öldükten sonra toprağın kabul etmemesi nedeniyle sık sık mezarlarından çıkarak eski yerlerinde çığlıklar atarak dolaştığına inanılır. “Hortlak” veya “uburun” cezalandırıldığı için Allah tarafından ayaklarının altına ateş koyulduğuna, obur ve hortlağa silah işlemediğine, kendisini görenlerin üç defa “Urum eline!” diye seslenmeleri halinde güneş doğmadan mezarına döneceğine yaygın olarak inanılmaktadır. Söz konusu “ubır”ın Kıpçak ve Tatar bölgelerinde vampir, dişi vampir tasavvuru olarak da “ubırlı karak” olarak zikredildiği bilinmektedir [1].

Türk inanışlarında ölümden sonra dirilen varlık tasavvurunda “cadılar” da bulunmaktadır. Evliya Çelebi ünlü eseri Seyahatname’de cadılardan bahsetmektedir. Evliya Çelebi, bu eserin Hatukay Çerkezlerlıryla alakalı kısmında Abaza ile Çerkez toprakları arasındaki Obur dağı bölgesinde bulunduğu esnada bölge halkı tarafından Obur ismi verilmiş yüzlerce yaratığın gökyüzünde savaşması hadisesini anlatmaktadır. “Meğer obur demek sehhâr câzûlara derlermiş” diyerek bu yaratığın Türklerde karşılığının cadı olduğunu vurgulamıştır.  Ölüm sonrası mezardan kalkarak canlıların kanlarını emen bu oburlarının mezarlarının “Obur tanıtıcı” denen ihtiyarlar tarafından tespit edildiğinden ve mezarı bulunanların göbeklerine kazık saplanarak ve daha sonra yakılarak ortadan kaldırılabileceğinden bahsetmektedir. Bu özellikler batı folklorundaki vampir tipine epey benzemektedir [6]. Evliya Çelebi’nin bahsettiği bir diğer cadı vakası Bulgaristan’ın Çalıkavak köyünde vuku bulmuştur.

Cadı/Hortlak Osmanlı döneminde resmi devlet kayıtlarında görülmektedir. Kanuni dönemi şeyhülislamı Ebussuud efendinin fetvasından başlayarak bu vakaların Osmanlı’da 300 sene boyunca ciddiye alındığının göstergesidir. Cadı vakalarına devletin bu kadar önem vermesi, vakaların vuku bulduğu bölgelerden dışarı göçü tetikleyebileceği endişesidir. Fetva günümüz Türkiye Türkçesi ile şöyledir [1]:

Mesele: Bazı kişiler ölüp gömüldükten sonra, mezarında kefenini yutup(?), uzuvlarına kan gelip bedeni kızıllaşmış olursa, bu şekilde olmasına bir neden var mıdır?

Elcevap: Olmuş ise bu Hak Teala’nın mübarek isteğidir. “Hayatında yaptıkları işlerde ve ahlakta kendilerine ortak olan şeytani nefislerin bazı cesedine [yani günahkâr kişinin cesedine] ilişip ortak işlere alet edinir [Yani bedenini kullanır]” demek vardır. Allah’ın kudretinden beklenmedik değildir.)

Bu Sûrette: Açıklanmış neden üzerine bulunduğu takdirce, sözü geçen ölüye ne olmalıdır/ne yapılmalıdır?

Elcevap: Yeniden gömmek gerektir, Müslüman adına ise zararı yoktur.

Bu Sûrette: Bazı kişiler mezarından çıkarıp yakmaya şeriata göre kudret sahibi olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar.

Mesele: Rumeli’de, Selanik’e bağlı bir köyde, Hristiyanlardan bir kişi ölüp gömülmesinden birkaç gün geçtikten sonra gece yarısında akrabasının ve diğer insanların kapılarına gelip “bre filan gel seninle falana gidelim” deyip, ertesi gün o kişi de ölüp ve birkaç günden sonra birine daha seslenip, o kişi dahi ölüp sözün kısası bu biçimde birçok kişi öldüğünde, Müslüman olmayanların böyle kırıldıklarını görüp, Müslüman ahaliden o köyde bulunan bazı kişiler, korkularından firar etmek istemeleri şeriata uygun mudur?

Elcevap: Olmaz, özellikle bu Müslüman olmayan kasaba konusunda görüşmelerinden sonra, Müslümanlara gereken emir işlerin sahiplerine görev olarak verilmelidir.

Mesele: Adı geçen konuda hikmetin ve illetin de ortadan kaldırılması için çarenin belirtilerini izah etmek ve açık hale getirmek, icab edenin [yapılması gerekenin] sebebi ile bağışlana [söylene].

Elcevap: Bu takım işlerin hikmet ve illetini açıklamada dil aciz ve zihinler kusurludur ve araştırmada ehil olanların uzun uzadıya açıklamalarına uygun değildir. Ortadan kaldırılmasına çare şudur: Olayın olduğu gün mezara gidip önce çıplak bir sopayla [uğurlu sayarak] kalbine ulaşacak şekilde yere çaksınlar, beklenendir ki [hortlak/ölü] defedilsin. Eğer olmazsa, benzinde kızıllaşma olursa [yani tenine kandan kırmızılaşmışsa] başını kesip ayağının olduğu yere atsınlar. Eğer bozulmayı bırakmışsa [yani ceset çürümemiş ise] başını kesip ölünün ayağının ucuna koysunlar). Olduğu kadar bu aşamalarla ortadan kaldırılamamışsa, cesedi çıkarıp ateşte yaksınlar. Selef-i sâlihin zamanlarında [yani İslam’ın ilk yüzyılında yaşayan Müslümanların döneminde] ateşte yakmak pek çok kez olmuştur.

Bu cadı-hortlak vakalarından en bilineni 1833 yılında dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de Bulgaristan’ın Tırnova kasabasının kadısı Ahmed Şükrü Efendi’nin bir hortlak olayından bahsetmesidir. Ahmed Efendi’nin gazetede yayımlanmış mektubu, iki yeniçerinin mezarlarından hortlayıp cadı oldukları ama icaplarına bakıldığını anlatır. Mektup civar kasalardan birinden işi cadı çıkartmak olan Nicola adında bir Rum ile anlaşıldığını ve bu Rum’un resimli bir tahta ile kasaba mezarlığına giderek hortlakların mezarlarını tespit ettiğini anlatır:

Cadıcı Nikola, bunların sonsuza kadar yok edilmeleri için karınlarına birer ağaç kazık saplanması ve yüreklerinin de kaynar suya atılarak haşlanması gerektiğini anlattı. Cesetlerin mezarlarından çıkarttıktan sona karınlarına kazık sapladık, yüreklerini sökerek kaynar suya atıp haşladık. Nikola, daha sonra cesetlerin yakılması gerektiğini söyledi. Bu işin şeriata uygun olduğuna karar verilince cesetler hemen oracıkta yakıldı ve böylelikle kasabamız bu cadı belâsından çok şükür kurtulmuş oldu! – Ahmed Şükrü Efendi

Bu hadisede hortlakların yeniçeri mezarlarından çıkması dönemin sosyal ve siyasi atmosferinden bağımsız düşünülmemelidir, çünkü olayların yaşandığı tarihte Yeniçeri ocağının II. Mahmut tarafından kaldırılması üzerinden fazla zaman geçmemiştir. Dolayısıyla, olayın bir kara propaganda olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.

Yine Osmanlı belgelerine geçmiş 1110 (1698-1699) civarı Edirne’de vuku bulmuş iki hortlak/cadı vakası vardır [6]. Bu vakalar halkta ciddi huzursuzluğa sebep olmuştur. İlk vakada cadı olduğu ileri sürülen kişi Müslüman bir erkektir. Edirne Kadısı, Ebussuud efendinin hortlak fetvasının bir suretini bulamadığı için payitahta müracaat etmiştir. Verilen cevap mezarın bu işleri bilen biri tarafından açılması ve cesette cadılık işaretlerinin (cesedin kırmızıya dönüşü) aranmasıdır ancak belgelerde bu vakayla alakalı bilgiler bu kadardır. İkinci vaka üç ay önce vefat etmiş bir kadındır. Kadın olduğu için bilirkişiler cenazeye bakamayacağı için dört kadın şahitliğinde cesedin çürümediğini ve kırmızıya döndüğü tespit edilmek suretiyle payitahttan gerekenin yapılması emri gelmiştir.

1743’te Terkos’a bağlı Yeniköy mezarlığında yaşanan cadı vakasında merkezle bu iki vakaya benzer bilgi alışverişi yapılmamış ve merkeze direkt olarak cesedin yakıldığı bildirilmiştir:

Bu arada naibin, cadının ortadan kaldırılmasında kullanılan yöntem hakkında merkez ile yeni bir yazışmaya girişmeye gerek duymayışını, diğer illerde uygulana gelen cadı yakma geleneğini emsal göstererek açıklamış olması önemlidir. Bu açıklamadan, Terkos cadısının ortaya çıktığı günlerde, civarda kendi cadıları ile meşgul olan başka yerlerin de bulunduğunu anlıyoruz. [6]

1836-1839 yıllarına ait Osmanlı Makedonya masarif defterleri, masrafları devlet tarafından ödenen ve “cadıcılar” veya “cadı üstadları” olarak adlandırılan insanların kayıtlarını içermektedir. Bunlar, cadı vakalarıyla ilgilenen görevliler olduğunu göstermektedir.

Aslında günümüz Türkiye’sinde birçok neslin hayatına bir Arzu film ve Yeşilçam klasiği olan Süt Kardeşler filmiyle (Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın halk arasındaki batıl inançları anlattığı ve eleştirdiği Gulyabani adlı romanından uyarlama) giren Gulyabani, Türk kültürünün köklü inanç ögelerinden birisidir. Metruk yerlerde, harabeler ve mezarlıklarda görülen, uzun boy ve uzun beyaz sakala sahip olarak tarif edilen Gulyabaninin geceleri mezardan hortlayıp çıkarak insanları yediğine inanılır ve bu yönüyle hortlak-cadı ve Batı mitolojilerindeki vampirlere benzemektedir [2]. Köken olarak İslam öncesi Arap mitolojisinde çöllerde insanları yollarından saptırarak yiyen Ghul isimli varlığa dayanmaktadır. İngilizceye Ghoul, Farsçaya Gol-i Beyâbânî ve Türkçeye Gulyabani olarak geçmiştir ve insanın ansızın karşısına çıkan hayalet ve hortlak anlamında kullanılır [4].

Sakarya’nın Akyazı ilçesinin tipik dağlık bir Karadeniz köyü olan Yeniköy’de 2014’te yaşanan olaylar Gulyabani benzeri halk korku ögelerinin kırsalda halen güçlü olduğunu göstermektedir. Köylülerin iddialarına göre, Ramazan ayından bir hafta öncesinde geceleri köyde beyaz sakallı, beyaz kıyafetli ve uzun boylu bir adam görülmüş. Bu tarifin kültürümüzde Gulyabani olarak bilinen esrarengiz varlığa çok benzediği açıktır. Köylülerin “Beyaz Adam” diye bahsettiği bu varlık, evlerin kapılarını zorlamış ve pençeleri taslamış. Önce tüfeklerle geceleri nöbet tutmaya başlayan köylüler, çabalarına rağmen Gulyabani’yi yakalayamamış ve tanıkların sayısı da artınca olayı Jandarma’ya bildirmişler. Jandarmanın bölgede yaptığı arama çalışması sonuç vermemiş [3].

Kaynakça

[1] Türk Kültüründe Hortlak-Cadı İnanışları, Mehmet Berk Yaltırık

[2] Türk Söylencelerinde “Gulyabani”, Athellass

[3] ‘Gulyabani’ ilçeyi karıştırdı, ‘gördüm’ diyen bile var, Cumhuriyet Gazetesi

[4] Akyazı’daki Gulyabani Yabancımız Değildir, Bizde Bol Bol Örneği Vardır, Murat Bardakçı

[5] Vampir, Hatice Şirin User

[6] Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme, Zeynep Aycibin

[7] Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları, Özkul Çobanoğlu