Orta Asya’dan Anadolu’ya Kadim Türk Geleneği: Han Yağması

Türk tarihinin farklı dönemlerinde kurulmuş devletlerdeki devamlılıkları anlamak, milletimizin mirasını daha iyi benimsemek ve sahiplenmek için önemlidir. Ecdadının birbirinden binlerce yıl ve on binlerce kilometre uzakta kurduğu devletlerdeki ortak ögeleri öğrenmek, Türk’ün Türklük bilincini kuvvetlendirecek, birbiri ardına yıkılan ve kurulan Türk devletlerinin isimlerinin ve yönetici hanedan soylarının değişmesine rağmen aslında bir tarihsel süreklilik arz ettiklerini, yani birbirinin doğrudan devamı olduğunu daha iyi kavratacaktır. Orta Asya bozkır devletlerinden Osmanlı gibi bir cihan imparatorluğuna Türk devletlerinin geleneği ve ritüeli olan “Han Yağması/Han-ı Yağma” veya “Kençliyü” Türk kültür devamlılığına güzel bir örnektir. Han yağması, hükümdarın şahsi servetinin bir kısmını büyük bir ziyafet verdikten sonra halkı ile paylaşması olarak tanımlanabilir. Ziyafeti veren Han veya Bey, davetlileri yedirip içirdikten sonra hatunuyla otağından ayrılmış ve sonrasında davetliler ziyafet sahibinin mallarını yağma etmiştir. Bu, liderlerin cömertlik göstererek halkta onlara olan saygı ve bağlılığı arttırmak içindir. Dede Korkut Hikayelerinin 12. Hikayesi olan “İç Oğuz’a Dış Oğuz’un Düşman Olup Beyreği Öldürmesi” adlı eserde bu gelenekten şöyle bahsedilir:

Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse Kazan evini yağmalatırdı. Kazan tekrar evini yağmalattı. Amma Dış Oğuz beraber bulunmadı. Sadece İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa helallisinin elini tutar, dışarı çıkardı, ondan sonra yağma ederlerdi. Dış Oğuz beylerinden Aruz, Emen ve diğer beyler bunu işittiler, dediler ki bak bak, şimdiye kadar Kazan’ın evini beraber yağma ederdik, şimdi niçin beraber olmayalım dediler. Söz birliği ile bütün Dış Oğuz beyleri Kazan’a gelmediler, düşmanlık eylediler… [1]

Burada Han’ın eşiyle beraber otağdan ayrıldıktan sonra Oğuzların yağmaya başladığı anlatılmaktadır. Dede Korkut zamanlarından daha sonraları anlatan Dîvânu Lugâti’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmud’un “Hanların düğünlerinde veya bayramlarda yağma edilmek üzere hazırlanan sofra” olarak tarif ettiği ve “Kençliyü” olarak adlandırdığı bu ritüelin biraz değişerek sadece yiyecek yağlamaya evirildiğini görmekteyiz. Selçuklularda bu gelenek devam etmiştir. Büyük Selçuklu Halep Atabeyi olan Nureddin Mahmud’un yağma yapılan toylar düzenlettiği kaynaklarda geçmektedir. Mütercim Asım Efendi (1755-1820) Burhân-ı Katı adlı eseri Türkçeye çevirmiş ve bu eserde geçen Selçuklu Han-ı Yağma adetinin Osmanlı’da benzerleri olduğunu belirtmiştir.

Han-ı yağma; taama denir ki selatin düğünlerinde ve sair bazı kibar ve kürema pişirdüp cümleye sılayı am ederler, her kim olursa gelüp tenavül ederler. Sela-tin-i hakaniye-i Osmaniye… adat-i sadatlarından ulufe günlerinde Selçuklu taifesinin seray-i hümayunda tarac eyledikleri taama itlakıbe gayet mülayimdir. [1] (orijinal kaynak)

Han-ı yağma: Sultan düğünlerinde veya diğer soylular ve ileri gelen kişiler tarafından düzenlenen büyük ziyafetlere denir. Bu ziyafetlerde herkese yiyecek dağıtılır ve kim olursa olsun gelip bu ziyafetten yemek yiyebilirler. Osmanlı sultanlarının da bir geleneği olarak, Selçuklu soyundan gelenlerin ulufe (askerlere maaş) günlerinde sarayda düzenledikleri ziyafete bu isim verilmiştir ve bu oldukça cömert bir gelenektir. (Modern Türkçeye çevirisi)

Osmanlı sarayında 18. yüzyıl sonlarına kadar görülen “Çanak Yağması”, Han Yağması geleneğinin apaçık devamıdır. Çanak yağması, halkın ve yeniçerilerin, hanedan evlilikleri ve sünnet düğünleri gibi büyük çaplı kutlamalarda içleri yemek dolu kapları kapmasıdır [3]. Bu gelenek, şenliklerin direkt olarak halka yönelik hizmet sunulan kısmıdır. Günümüzde Sultanahmet Camii’nin bulunduğu At Meydanı’nda gerçekleştirilen bu şenliklerde, et ve pilav dolu büyük çanaklar halk tarafından yağmalanırdı. Çanak yağması, Topkapı Sarayı’nda üç ayda bir yeniçerilere verilen ulufe maaşlarının dağıtımı sırasında da uygulanırdı.

Sultan III. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet düğünü görkemli çanak yağması etkinliklerine güzel bir örnektir. 1582 yılında devlet hazinesinden yarım milyon akçe gibi büyük bir bütçe ayrılarak At Meydanı’nda yapılan bu düğüne dönemin birçok yabancı devleti davet edilmiş, büyük eğlenceler ve ziyafetlerle (at koşuları, cirit, fener alayları, cambazlar, ehlileştirilmiş fil ve zürafaların halka sergilenmesi gibi) düğün 52 gün sürmüştür ve Osmanlı tarihinin en büyük kutlamalarından birisidir [2]. Düğün boyunca halka günde iki kez yemek verilmiş, borular ve davullar çalınarak halkın yemekleri yağmalamasına izin verilmiştir. Ayrıca, sultan bizzat halka gümüş ve altın saçmıştır. Bu şenlikleri anlatan Surname-i Hümayun adlı Türkçe eserde düğünü tasvir eden minyatürler bulunmaktadır:

Şehzade Mehmed’in sünnet düğünü (1582)

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, bu geleneğin halk için aşağılayıcı bir olay olarak değerlendirilmemesi gerektiğidir. Kanuni’nin şehzadelerinin sünnet düğünündeki çanak yağmasını tasvir eden bir minyatür, itibarlı ulema sınıfının da çanak yağması yaptığını göstermektedir, çünkü bu gelenek devletin zenginliği ve büyüklüğünün, sultanın halka verdiği değerin ve halkın devlete olan bağlılığının bir sembolüdür. Bu nedenle, çanak yağması yabancı elçilerin kabulü sırasında özellikle yapılmıştır. 1784 yılında, Fransız elçisi Choiseul-Gouffier ile huzura kabul edilen Rahip Guillaume Martin çanak yağması hakkında şunları yazmıştır:

Bu huzura kabul edilme günleri aynı zamanda pilav yeme günleridir. Biz huzura alınmak üzerek yürürken kumandan bu pilav yeme işaretini verdi; o anda bütün yeniçeriler belli yerlerde dağıtılan pilav tabaklarına doğru koşmaya başladılar; bu pilav yeme telaşı bir hoşnutluk simgesi. Hareketsiz kalsalar yemek istemeselerdi, bu, yönetimden hoşnut olmadıkları anlamına gelecekti… [3]

Hollanda Elçisi Cornelis Calkeon’un, Sultan III. Ahmed’in huzuruna kabulünde yapılan çanak yağması (1727)

Han Yağması geleneği formunu değiştirerek günümüze de ulaşmıştır.

Anadolu’da halk arasında “çanak yağması”, “çorba kapma”, “tavuk kapma” vb. gibi farklı adlarla anılan yağma türleri mevcuttur. Düğünlerde gelinin başından serpilen para, şeker, çerez gibi şeylerin kapışılması Anadolu’nun hemen her yerinde uygulanmaya devam edilen bir gelenektir. Anadolu’nun genelinde görülen bu geleneğin dışında Çumra yöresinde tavuk kapma, pilav kapma, çorba kapma; Ankara civarında hediye edilen makramayı kapma, Manisa yöresinde çeyiz eşyasını kapma, yağma geleneğinin kendine has özellikler taşıyan yöresel yansımalarıdır. Örneğin Zile yöresindeki düğünlerde, düğün evindeki eşyalar yağma edilmesine rağmen düğün sahibi bu duruma karşı koyamamaktadır. Bu nedenle düğün sahibi kolayca götürülebilecek eşyaları daha önce ortadan kaldırmaya gayret eder. Bu durum yağmanın davetlilerin hakkı olduğunu ve yağmalanan eşyanın geri alınamayacağını, düğün sahibinin de kabullendiğini gösterir. Davetlilerden isteyenler ortada buldukları eşyayı, hatta sandalye gibi taşıması güç eşyaları da pencereden sarkıtmak suretiyle kaçırırlar; bu ise olaya bir çeşit yağma, kapışma rengi verir [3].

Kaynakça

[1] Orta Asya’dan Anadolu’ya Han Yağması ve Tahta Çıkma Geleneği, Erhan Çavdaroğlu

[2] Bir İtalyan Arşiv Belgesine Göre Şehzade Mehmet’in Sünnet Düğünü (1582), Nevin Özkan

[3] Osmanlı Devleti’nde Eski Bir Türk Geleneği: Çanak Yağması, Mustafa Can