Mistik Rüzgarlar II: Tasavvuf Akımlarının Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasına Etkisi

Hacı Bektaşi Veli

Hacı Bektaşi Veli El Horasani, 13. yüzyılda yaşamış bir Türk mutasavvıfı ve Anadolu’da Bektaşi tarikatının kurucusudur. Aynı zamanda bir Türkmen babasıdır yani kendisine bağlı Türkmen aşiretinin manevi lideridir. Babailer isyanı sürerken aşiretiyle Horasan’dan Anadolu’ya geldiği bilinen Hacı Bektaşi Veli’nin o dönemde Moğol istilası sebebiyle Anadolu’ya gelen Yesevi veya Haydari dervişlerinden biri olması kuvvetle muhtemeldir. Ahmet Yesevi geleneğini Anadolu’da devam ettirmiştir. Anadolu’daki Ahi teşkilatı ile yakın ilişkide olan Hacı Bektaşi Veli’nin Ahilerin piri Ahi Evran’la da yakın olduğu kaynaklarda geçmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin öğretilerinin sade, anlaşılır ve halka yakın olması, öğretilerinin geniş Türkmen kitleleri tarafından benimsenmesini sağlamıştır ve bu öğretiler Türkmenlerin sosyal ve dini yapısını şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır. Bazı kaynaklar Hacı Bektaşi Veli’nin kardeşi Menteş ile Babai isyanının lideri Baba İlyas-ı Horasani’ye biat edip Vefâiyye tarikatına bağlandıklarını ve Menteş’in Babailer İsyanına bizzat katılıp öldürüldüğünü söyler. Bektaşi tarikatı, Osmanlı Devleti’nin askeri yapılanması içinde önemli bir yer tutan Yeniçeri Ocağı ile yakın ilişkiler geliştirmiştir. Yeniçeriler Bektaşi inançlarına göre yetiştirildikleri için, Bektaşiler Osmanlı’nın savaşçı sınıfının dini ve kültürel kimliğini şekillendirmede etkili olmuştur.

Derviş-i dervişan, makbul-ü makbulan
Baş üryan, sine püryan, dide al kan
Yezid’e kan kusturan göğüs kalkan
Arslan pençesinden kelle kurtaran
Bu meydanda nice başlar kesilir, olmaz soran
Mucizat-ı fahr-i cihan
Kerem-i şah-ı merdan
Bi-hürmeti abdalan
Pirimiz, hünkarımız, Hacı Bektâş-ı Velî Şah-ı Horasan
Demine devranına huuu diyelim

Yeniçeri Gülbank’ı

Yunus Emre

Yunus Emre, Türk-İslam kültüründe önemli bir yere sahip bir ozan ve tasavvuf ehlidir. Doğum ve ölüm tarihleri net olarak bilinmemekle beraber 13. yy. ortaları ve 14. yy. ilk çeyreği arasında yaşadığı ve Eskişehir Sarıköy’de doğduğu bilinmektedir. Yaşadığı dönem itibariyle Anadolu Türkleri, taht kavgaları, Türkmen isyanları ve Moğol istilası sebebiyle çok zor günler geçirmekteydi. Bütün bu karmaşada halk ahiler, tekkeler ve tarikatların maddi ve manevi yardımına sığınmıştır. Devletin çözülüp dağılmaya başladığı bu dönemde, uç bölgelerinde Moğol baskısından kurtulmuş Türkmenler gaza ve cihat aşkıyla Orta ve Batı Anadolu’da kendi beyliklerini kurup tekrardan teşkilatlanırken, dedeler, alpler, gaziler, Abdalan-ı Rum, Baciyan-ı Rum ve Ahiler, Osmanlı Devleti’nin kurulup büyümesinde öncü olmuşlardır. Yunus Emre, Kelimetullah ve Nizam-ı Alem için hayatlarını adamış bu gruplara manevi gücü veren ve samimi ve sade Türkçesiyle rehberlik eden en önemli figürlerden birisidir. Evliya Çelebi, Ahmet Yesevi’nin Anadolu’da birçok müridi olduğunu kaydetmiştir. Fuat Köprülü’ye göre, Hoca Ahmet Yesevi’nin Anadolu ve Balkanlar’daki en tanınmış müritleri Hacı Bektaş-ı Veli ve Saltuk Baba/Sarı Saltuk’tur. Yunus Emre, bir şiirinde;

Yunus’a Tapduk’dan oldu, hem Barak’dan Saltuk’a
Bu nasib çün cûş kıldı ben nice pinhân olam

diyerek şeyhinin Baba Tapduk olduğunu, Tapduk’un Barak Baba’nın halifesi olduğunu ve Barak Baba’nın da Baba Saltuk’un halifesi olduğunu belirtmektedir. Bu silsileyle Yunus Emre’nin Yesevi öğretisinden etkilendiği kesindir. Türk-İslam tasavvufunun fikir olarak öncüsü Pir-i Horasan Yesevi, edebi olarak öncüsü Türkmenlerin onu çağırdığı gibi “Bizim Yunus”tur.

Türkçe’nin edebi bir dil olarak tercih edilmediği bir dönemde şiirlerini sade ve halkın anlayabileceği bir Oğuz Türkçesi ile yazarak geniş Türkmen kitleleri tarafından sevilmiş ve günümüze kadar Türk halkındaki teveccühünü korumuştur. Anadolu’nun birçok yerinde mezarlarının olması onun yüzyıllar sonra bile Türklerin kalbindeki yerini koruduğunu göstermektedir. Şiirlerini Türkçe yazması, tasavvufi öğretileri geniş kitlelere ulaştırmıştır. Eserleri, Türkçe’nin bölgede edebi yazı dili olarak benimsenmesine katkıda bulunmuştur. Şiirlerinin ana temaları ilahi aşk, dünya faniliği, tevazu ve hoşgörüdür ve bunlar Risaletü’n-Nushiye ve Divan isimli iki eserde toplanmıştır [20].

Okursun tasrif kitab nice binâ vü irâb
Havf u recâ sende yok eyle kim bir Tatarsın

Yunus Emre

Ahilik ve Ahi Evran

13.yy’dan beri Türk milletinde toplumsal dayanışma, ekonomik kalkınma ve siyasi istikrarın temel taşlarından biri olarak kabul edilen ahilik teşkilatının kökeni, İslam coğrafyasında ortaya çıkan fütüvvet teşkilatına dayanır. Bu yönüyle sadece iş hayatının belli standartlar ve ahlaki esaslar çerçevesinde olmasını sağlayan bir meslek teşkilatı olmayıp, mistik ve tasavvufi bir kökü vardır. Günümüz esnaf teşkilatlarının öncülü olan bu teşkilat, dini, sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasi boyutları olan bir organizasyon olup, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasında ve Anadolu’nun bize yurt olmasında büyük rol oynamıştır. Ahilik teşkilatı, Türkmenlerin aşiret hayatından yerleşik hayata geçmelerini, İslam’a uygun yaşamalarını ve şehir yaşamına uyum sağlamalarını kolaylaştırmıştır. Türklerin üretken ve eğitimli bireyler olmalarını ve meslek edinmelerini sağlayarak tarımsal, ekonomik, sosyal güvenlik ve eğitim sistemlerinin oluşmasına katkı sağlamışlardır. Ahiler, savaş ve devletin yetersiz kaldığı zamanlarda ise asker olarak hizmet etmişlerdir. Daha önceki yazılarımda vurguladığım gibi, 1240’taki Babai İsyanı ve 1243’teki Kösedağ bozgunu sonrasında Anadolu’nun kasaba ve köylerinde merkezi otorite kaybolmuştur. Devletin dağıldığı bu kaos ortamında oluşan boşluğu bir sivil/sosyal/iktisadi toplum kuruluşu gibi çalışan Ahiler doldurmuştur. Ahiler Selçuklunun dağılmasıyla ortaya çıkan Türk beyliklerinde etki sahibi olmuşlardır. Çoğunluğu Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya yerleşen ve daha önce Harezm, Horasan, Rey ve Buhara gibi şehirlerde esnaf ve zanaatkarlıkla uğraşan Ahiler, kurdukları zaviyeler aracılığıyla fikirlerini yaymışlardır.

Anadolu’da Ahi Evran’dan önce de Ahi ismiyle anılan zanaatkarlar bulunmasına rağmen, Ahi Evran, Ahilikle bağlantılı en çok tanınan şahsiyet olup, Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya gelmiş ve burada Ahilik teşkilatının kurulup yapılandırılmasında büyük rol oynamıştır. Azerbaycan’ın Hoy kasabasından ünlü bir Türkmen babası olan Ahi Evran’ın asil ismi Şeyh Nasirüddin Mahmud el-Hoyî olup daha sonraları Ahilikle özdeşleşmiş ve Ahi Evran adıyla anılmıştır. İlk olarak 1205 yılında Kayseri’ye yerleşip o bölgede dericilik yapmış ve orada Ahilik teşkilatının temellerini atmıştır. 1227’de ulu hakan Aladdin Keykubad’ın ricasıyla Konya’ya yerleşmiştir. Ahilerin en büyük destekçilerinden olan sultanın ölümü sonrası tahta geçen II. Gıyasettin Keyhüsrev, vezir Saadettin Köpek’le beraber Türkmen güç odakları üzerinde baskı kurmak istemiş ve bu sebeple Ahi Evran ve çevresini tutuklatmıştır. Babai İsyanına Ahilerin de katıldığı ve hatta isyanın bastırılmasından sonra birçok ahinin yakalanarak cezalandırıldığı, bazı ahilerin de uç bölgelerine kaçtıkları birtakım kaynaklarda geçmektedir. Bu olay da Ahiler/Türkmenler ve devlet arasındaki sürtüşmeyi açıkça göstermektedir. Halil İnalcık, Mevlana’nın Moğollarla iş birliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap ettiğini ve dolayısıyla Türkmen merkezi Ahi Evran’la arasının iyi olmadığını belirtir ve bu düşmanlığı Mevlana’nın şeyhi Şems-i Tebrizi’nin 1247’te öldürülmesine bağlar.

Sultanın ölümü sonrası Konya’dan ayrılıp en sonunda Kırşehir’e yerleşen Ahi Evran ölene kadar burada yasamış ve Ahiyân-ı Rum adli teşkilatın temellerini atmıştır. Bu teşkilat Kayseri’deki teşkilatın daha sistemli bir halidir. Kırşehir Ahiyân-ı Rum merkezi olmuş ve kurucu piri olarak Ahi Evran kabul edilmiştir. Bu dönemde Kırşehir Sulucakarahöyük’te yaşayan Hacı Bektaş-ı Veli ile yakın bir dostluk kurmuştur. Alevi-Bektaşi geleneğinde, Ahi Evran’ın hanımı Fatma Bacı Hacı Bektaş-ı Veli’nin tek müridi olarak kabul edilmesi bu yakınlığı açık şekilde göstermektedir. Bazı kaynaklara göre, Fatma Bacı önderliğinde Bacıyan-ı Rum olarak adlandırılan bir kadın teşkilatı kurulmuş, bu teşkilat kadınlara dini ve mesleki eğitim vererek sosyal hayata aktif katılımlarını sağlamıştır [21]. Ahi Evran tarafından Kayseri, Konya ve Kırşehir’de temeli atılan teşkilat hızlıca başta Osmanlı Beyliği toprakları olmak üzere Anadolu’nun her köşesine yayılmıştır.

1482 yılında inşa edilmiş Ahi Evran Camii ve Türbesi, Kırşehir

Ahiler Osmanlı devletinin kuruluş döneminde önemli katkılarda bulunmuştur. Bir uç beyliği olan Osmanlı, Ahilerin yoğun olarak bulunduğu topraklar olmuştur. Köylerde ve uç bölgelerinde teşkilatlanan Ahiler hem mevcut yerleşimleri geliştirmiş hem de yeni köylerin kurulması ve iskan edilmesine yardım ederek uç bölgelerinin hızlıca Türkleşmesi ve İslamlaşmasını sağlamışlardır. Devletin kurulusunda önemli bir yere sahip Şeyh Edebali Ahilerle çok yakın ilişkilere sahiptir. Kuruluş döneminde devlet tarafından verilen vakıf arazileriyle direkt olarak desteklenmişlerdir. Osmanlı’nın daha sonraki dönemlerinde devletin güçlenmesiyle etkileri azalmasına rağmen esnaf teşkilatı olarak var olmaya devam etmişlerdir. Anadolu ve Rumeli’de zaviyeler inşa etmişler, büyük şehirlerde mahalleler, çeşmeler, hanlar, camiler ve mescitler kurarak toplumun huzuru ve birliği için çalışmışlardır. Bu imar faaliyetleriyle sosyal hayatı canlı tutarak dayanışmayı sağlamışlardır. Ahiler ayni zamanda Bektaşilik, Melamilik ve Halvetilik gibi birçok tarikatta bulunmuşlardır [22].

Vefâiyye Tarikatı

11. yüzyılda Irak’ta kurulan Vefâiyye Tarikatı, Türkiye Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerinde önemli bir rol oynamıştır. Anadolu Selçukluları devrinde Vefâiyye dervişleri tekke ve zaviyelerini Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen göç yolu üzerinde kurarak iskan ve kolonizasyon faaliyetlerini hızlandırmışlar ve güvenlik sağlamışlardır. Türkmen babası Dede Garkın, tarikatı özellikle Güneydoğu Anadolu’daki Türkmen kitleleri arasında popüler hale getirmiştir. Babailer İsyanının liderlerinden ve Türkmen kitleleri arasında çok popüler bir figür olan Baba İlyas el-Horasani Dede Garkın’ın halifelerinden birisidir. İsyanın bastırılmasından sonra Babai şeyhleri ve dervişleri merkezi otoritenin zayıf olduğu uç Türkmen bölgelerine kaçmışlardır. Kösedağ savaşı sonrası devletin dağılma sürecinde bağımsız olan beyliklerde faaliyetlerine devam etmişlerdir.

Babai isyanı sonrası bir kısım Vefâî dervişi bir uç beyliği olan Osmanlı Beyliği topraklarına yerleşmiştir. Vefâiyye tarikatını 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarında tarikatın ilk temsilcisi olan ve aynı zamanda Osman Gazi’nin kayınbabası olan Şeyh Edebali’yle görmekteyiz. Şeyh Edebali Osman ve Orhan Gazi döneminde devlete kuruluş aşamasında büyük destek vermiş

ve bazı politikalarda söz sahibi olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinde Vefâîyye tarikatına mensup olan bir diğer önemli kişi Geyikli Baba’dır. Geyikli Baba, Bursa’nın fethine katılıp sağladığı katkılarla Orhan Gazi’nin takdirini kazanmıştır. Orhan Gazi tarafından kendisi için bir zaviye yaptırılmıştır. Çünkü Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından biri olan Turgud Alp’in, Geyikli Baba’nın müritlerinden biri olması da tarikatın dönemin gazileri arasında önemli bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. Tarikat daha sonra ünlü Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazâde gibi önemli şahsiyetler tarafından Osmanlı topraklarında temsil edilmiştir. Tarikatın Anadolu’da hatırı sayılır bir nüfuza sahip olması Türk tasavvuf anlayış ve Sufi akımlarının sadece Türkistan/Orta Asya ve Yesevi tarikatı kökenli olmadığını ve Arap coğrafyasındaki akımlardan da etkilendiğini göstermektedir [23].

Fransız seyyah Nicolas de Nicolay’ın tasviri ile Geyikli Baba

Anadolu’nun Türkleşmesine etki etmiş tasavvuf akımları ve figürlerinden bahsettiğim bu yazımı bizzat kaleme aldığım “Türk Tasavvuf/Tekke Edebiyatına Saygı” isimli şiirimle sonlandırmak istiyorum.

Başında altın tac olsa ne fayda imiş
Saltanat bir selâyla toprak altında biter
Derviş yollarda meşk edip tutuşmuş
Mâşukun elinden bir damla su ister
 
Gâfil mâl ü dünyâyı dâim sanmış
Son nefesle dâru’l-bekâ bizi bekler
Şu fânî gök kubbe erenlere dar gelmiş
Ruh Hak deryâsında ferahlamak ister
 
Divane derviş gam-ı aşkınla kavrulmuş
Abdal gibi cânân peşinde koşmak ister
Hüda emâneti gövdemde durmaz olmuş
Mecnûn gibi çöllerde teslim olmak ister
 
Deli gönlüm cihandan âzâde olmuş
Han-ı dünyada kervân-ı mevti bekler
Mâşukumu ararken yolum kaybolmuş
Bu âciz kul Yunus gibi yanmak ister
 
Âşık dünyevi hevesten âmâ olmuş
Gül bahçesinde derdine dermân ister
Vusladı ararken cânı terk etmiş
Süleyman hayâlden uyanıp şaraptan ister

Süleyman Armağan Er

[20] Yunus Emre Devrinde Türkiye’nin Sosyal Durumu, Faruk Sümer

[21] Anadolu Selçukluları Devrinde Anadolu Bacıları (Bacıyan-ı Rum) Örgütünün Kurucusu Fatma Bacı Kimdir, Mikail Bayram

[22] Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Dinî Zümreler, Haşim Şahin

[23] Selçuklu ve Erken Osmanlı Döneminde Vefâiyye Tarikatı, Haşim Şahin

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir