Horasan ve Türkistan bölgesi, İslam’ın erken dönemlerinden itibaren Türk-İslam kültür ve tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Türklerin İslam’la tanışması ve kitlesel halde İslam’ı kabulleri bu bölgede gerçekleşmiştir. Her yönüyle ilk Türk tarikatı olan Yesevilik burada kurulmuş, Türk Tasavvuf kültürü burada ortaya çıkmıştır. Burada yetişen birçok derviş ve şeyh, Anadolu’daki tasavvufi hareketlerin şekillenmesinde büyük rol oynamışlardır. Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelen bu şahsiyetler “Horasan Erenleri” veya “Rum Abdalları/Abdalan-ı Rum” olarak adlandırılmışlardır. Abdalan-ı Rum’un kökenlerini Türklerin İslamiyetle ilk tanıştıkları zamanlara götürebiliriz. Türk tarihi boyunca, merkezi devlet otoritesinin kanatları altındaki Ortodoks Sünni anlayışa zıt olarak göçebe Türkmen kitleleri arasında Heterodoks bir İslam anlayışı gelişmiştir. 751 yılındaki Talas savaşından sonra Türkler İslam’a küçük gruplar halinde girmeye başlamışlardır. Daha sonra, Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular İslam dinini kabul ederek İslami geniş bir coğrafyaya yayıp en büyük koruyucusu olmuşlardır. Selçuklu döneminde, Nizamiye Medreseleri ve Anadolu Selçuklu sarayı ve çevresi tarafından desteklenen Sünni İslam anlayışı, göçebe geleneğini sürdüren Türkmen toplulukları arasında devletin resmi politikasından ayrı olarak halk arasında benimsenen farklı İslam yorumunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. İslam’ın bu heterodoks yorumu ve Rum Abdallarının inanç ve yaşam tarzının temeli, yarı göçebe Türk kültürüne dayanmaktadır. Orta Asya’nın bozkırlarında göçebe bir yaşam tarzı benimsemiş Türkler, İslam’a geçtiklerinde yüzyıllardır sürdürdükleri inançlarının birçok öğesini yeni dinlerine eklemişlerdir [17].
Babai, Kalenderi, Cavlaki veya Haydari gibi isimlerle adlandırılan Rum Abdalları Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde önemli bir unsur olarak kabul edilir. Bu dervişler genellikle tahta kılıçlarıyla savaşlara katılan, savaş dışında ise din propagandası yapan ve ellerindeki malları yoksullara dağıtan dağınık giyimli ve ürkütücü görünen meczup kişilerdi. Bu kişiler sadece alim ve şeyh olarak değil, aynı zamanda toplum içinde manevi rehber ve önder olarak rol almışlar, alp ve gazi olarak bizzat fetihlere katılmışlar ve ahi olarak iktisadi hayata yön vererek fethedilen bölgelerin maddi ve manevi olarak ihyasına katkı sağlamışlardır. Fethedilen bölgelere yerleşerek bu bölgelerin Osmanlı toprağı olmasına katkı sağlamışlar ve çevredeki müritleriyle küçük yerleşim birimleri kurmuşlardır, böylece göçebe yaşam tarzından yerleşik hayata geçişi desteklemişlerdir. Abdal Musa, Geyikli Baba ve Karaca Ahmet gibi dervişler aynı zamanda kendi aşiretlerinin liderleri olarak Türkmen babası olarak anılmışlardır. Saçları, kaşları ve sakalları tıraşlı, ancak bıyıkları uzun olan Horasan Erenleri, halkı etkilemek için bazı kerametler gösteren kişilerdi. İslam öncesi Türk dini geleneğinde önemli bir yere sahip olan Orta Asya Şaman teamülleriyle birçok ortak noktaya sahiptiler. Örneğin, halk arasındaki inanışa göre, Geyikli Baba ve Abdal Musa vahşi hayvanları kontrol edebiliyor, Hacı Bektaş şekil değiştirip hayvan şekline girebiliyor ve Abdal Musa ateşi kontrol edebiliyorlardı.
Ahmet Yesevi
Türklerin Müslümanlaşması deyince akla ilk gelen önemli figür Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’dir. Hanefi mezhebine mensup Ahmet Yesevi, 12. yüzyılda Horasan/Türkistan’da yaşayan tarihin ilk büyük Türk tasavvuf ehlidir. Orta Asya Türkleri arasında İslam’ın yayılmasında kilit bir rol oynamıştır. Fikirleri temel alınarak kurulmuş, ilahi aşkı, hoşgörü ve insan sevgisini vurgulayan Yesevi tarikatı Türk-İslam dünyasını yüzyıllar boyunda derinden etkilemiş ve Sufi geleneklerini önemli ölçüde etkilemiştir. Anadolu’nun manevi fatihi olarak da anılan Hoca Ahmet Yesevi’nin, Anadolu’ya hiç gelmemiş olmamasına rağmen Anadolu’da 800 yıl sonra bile tanınan ve sevilen bir figür olması onun fikirlerinin etkisini çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Ahmet Yesevi eserlerinin çoğunu Türk toplumunun anlayabileceği sade ve açık bir dille Türkçe yazarak İslam’ı anlatmıştır. Yesevi’nin en ünlü eseri Türkçe yazılmış Divan-ı Hikmet’tir. Eser, Yesevi’nin manevi öğretilerini ve düşüncelerini içeren ve Türklere İslamiyet’i öğretmek için yazdığı “hikmet” adı verilmiş şiirlerden oluşur. Bu eserinde Yesevi’nin öğretileri, İslam inancını Türk gelenekleri, inançları ve yaşam tarzıyla uyumlu bir şekilde sentezleyerek göçebe nüfuslar arasında erişilebilir ve cazip bir İslam formu yaratmıştır. Bu sentez içerisinde Orta Asya’ya özgü inanç unsurları bulundurmuştur. Örneğin, Yeseviler’in kadın ve erkek beraber zikir yaptıkları rivayet edilmektedir. Divan-ı Hikmet eseri sayesinde, İslamiyet göçebe Türk toplulukları arasında daha hızlı yayılmaya başlamıştır. Yesevi aynı zamanda Türk edebiyatı içinde tekke edebiyatı olarak adlandırılan dini edebiyatın da kurucusu kabul edilir [18].
Ahmed-i Yesevî’nin Türk tarihindeki önemi, yalnız beş-on parça veya birkaç cilt tasavvufî manzumeler yazmış eski bir şair olmasından değil, İslâmiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı asırlarda, Türkler arasında ilk defa tasavvuf mesleği vücuda getirerek ruhlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olmasındandır. Ahmed-i Yesevî, kuvvetli şahsiyeti ile, Türkler arasında asırlarca yaşayan büyük bir tarikat kurdu. Yeseviyye, bir Türk tarafından ve Türkler arasında kurulmuş ilk tarikattır.
–Fuat Köprülü, [19]
Hoca Ahmet Yesevi, oluşturduğu Türk -İslam senteziyle Abdalan-ı Rum’un fikri ve manevi temellerini atmıştır. Yesevi, göçebe Türkmen toplulukları arasında İslam’ı yaymıştır ve birçok halife yetiştirerek onları dört bir yana tebliğ için göndermiştir. Yesevi ekolüyle yetişen birçok derviş özellikle 13. Yüzyılda Moğol istilası neticesinde büyük kalabalıklar halinde Anadolu’ya gelerek medreseler ve tekkeler açarak fikirlerini Anadolu’ya taşımışlar ve tebliğ faaliyetleriyle İslamiyet’i yayarak dinin burada yerleşmesini sağlamışlardır ve Türkiye Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde önemli bir rol oynamışlardır. Bu dervişler Anadolu’da Vefâiyye ve Haydarîlik tarikatlarıyla yakın ilişkide olmuşlardır. Yesevi öğretileri, Anadolu’daki tasavvuf kültürünün temel taşlarını oluşturmuştur. Yaygın kanaate göre, Ahmet Yesevi’nin görüşleri, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli gibi sonraki Türk mutasavvıflarının düşünceleri üzerinde büyük etki bırakmıştır. Bu büyük şair ve düşünürler, Yesevi’nin eserlerinden ilham alarak Anadolu’yu Türkleştiren ve Müslümanlaştıran kendi tasavvufi öğretilerini geliştirmişlerdir. Fuat Köprülü’ye göre, Yesevi’nin Anadolu’ya gönderdiği halifeler, burada Babailik ve Bektaşilik gibi Anadolu’nun düşünsel yapısını derinden etkileyen iki tarikatın oluşmasına yol açmıştır.
“Adım sanım kalmadı ben bir hiç oldum
Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet
Allah’ı yâd eyleyerek yüce oldum
Pak yürekle O’na bağlanıp, gör nice oldum
Fenâfi’llâh makamına geçtim işte”
Yesevi öğretilerinin etkisiyle Müslüman olan birçok Türkmen babası Moğol istilası sonucu Anadolu’ya gelmiştir. Başlangıçta Büyük Selçuklu ve daha sonra Anadolu Selçuklu sultanları, bu Türkmen aşiretlerini Anadolu’nun çeşitli bölgelerine ve özellikle sınır bölgelerine yerleştirdiler. Selçuklu Sultanları, bu yerleştirme politikasını kendi hükümdarlıklarını ve devletlerini güvence altına almak amacıyla uyguluyorlardı. Çünkü, İslam’ı tam anlamıyla benimsememiş olan ve aşiretlerinde dini otoriteyi temsil eden Türkmen liderleri, dini ve siyasi otorite olarak kabul ediliyordu. Babai isyanına aktif olarak katılmış Rum Abdalları isyanların ardından Anadolu’nun sınır bölgelerine ve uçta en güçlü beylik olan Osmanlı Beyliği topraklarına girmek zorunda kalmış ve kuruluş aşamasında etkili olmuşlardır.
[17] Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Abdalân-I Rum (1300-1400), Haşim Şahin
[18] Türklerin ve Anadolu’nun İslamlaşmasında Yesevi hareketi ve Ahmed Yesevi, Ömer Altun
[19] Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Fuat Köprülü
Bir yanıt yazın