Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır – Mustafa Kemal Atatürk
Her büyük milletin tarihinin ve milli bilincinin oluşmasını sağlayan kurucu metinler bulunmaktadır. Divanü Lügati’t Türk, dünyanın en köklü milletlerinden biri olan Türklerin tarihini ve hafızasını oluşturan kurucu ve temel metinlerden birisidir. Bu bakımdan Orhun Anıtları (7. yy), Kutadgu Bilig (1069), Atabetü’l-Hakayık (12. yy) ve Divan-ı Hikmet (13. yy) gibi her Türk ferdinin önemini idrak etmesi gereken emsalsiz kaynaklardan birisidir. Türklüğe dair her unsuru ele alma yaklaşımıyla yola çıkan Türk Güncesi olarak, yazılmasının 951. yılında Divanü Lügati’t Türk’ü ayrıntılı biçimde ele almamak mümkün değildir. Divan’ın yazılışının 950. yılı dolayısıyla 2024 yılı UNESCO tarafından “Kaşgarlı Mahmud Yılı” olarak ilan edilmiştir.
Ben onların (Türklerin) ülkelerini ve bozkırlarını inceledim; Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma ve Kırgızların lehçelerini ve kafiyelerini öğrendim. Zaten ben onların, dilde en doğruyu bilenlerinden, anlatımda en açık olanlarından, akılca en yetkinlerinden, soyca en köklülerinden, mızrakta en iyi atıcılarındanım. Böylece her boyun dili bende en mükemmel şeklini buldu. Sonra bu kitabı en iyi şekilde düzenleyerek yazdım. Yüce Allah’ın yardımına sığınıp kitabımı Dîvânu Lugâti’t-Türk (Türk Lehçelerinin Divanı) diye adlandırarak ortaya koydum. Sonsuza kadar anılsın ve ebedî hazine olsun diye. – Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati’t Türk [4]
Kaşgarlı Mahmud’un doğumunun 1000. yılına özel 2008 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından hatıra parası bastırılmıştır.


Divanü Lügati’t Türk nedir ve neden önemlidir?
Kitâbu Divanü Lügati’t Türk (DLT), Kaşgarlı Mahmud tarafından Bağdat’ta 1072-74 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Bu özelliğiyle Türkçe’nin ilk sözlüğü, ilk ansiklopedisi ve Türk tarihinin yazılı ilk dilbilimsel kaynağı konumundadır. Bununla birlikte DLT’nin kapsamı yalnızca dilbilimsel bir çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. DLT, Türk kültüründen folklorik unsurlar ve dilbilgisi kuralları içeren çok boyutlu bir kültür atlası niteliğindedir. Kaşgarlı Mahmud, Türk halklarının dil özelliklerini ve dönemin söz varlığını şiir, atasözü ve efsane gibi türlerle detaylı biçimde ortaya koymuştur. Bu açıdan benzersiz ve paha biçilmez bir eser karakteri taşımaktadır. Kaşgarlı Mahmud, 11. yüzyıl ve öncesindeki Türk dünyasına adeta bir ayna tutmuş ve bu yönüyle tarihin ilk Türkoloğu, ilk kartografı ve ilk Türk dil bilimcisi olmuştur. DLT sonrasında ikinci bir Türkçe dilbilgisi kitabı asırlar sonra Memlükler döneminde yazılmış olup bu durum Kaşgarlı Mahmud’un önemini kat kat artırmaktadır. DLT’de 6689 kelime madde başı olarak yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un kendisinin madde başı yapmadığı ara kelimelerle birlikte bu sayı 7000’i aşmaktadır. 1074 yılında yazılmış bir kitaptaki bu yüksek kelime sayısı, Türkçe’nin ne denli zengin ve köklü bir dil olduğunu göstermektedir. DLT, o dönemdeki Türk boylarının lehçelerinin ortak sözlüğü olması bakımından diyalektolojik bir özellik taşımaktadır [9].
Türk dilinin ilk sözlüğü olan Dîvânü lugāti’t-Türk, çeşitli Türk boylarından derlenmiş bir ağızlar sözlüğü karakterini taşımaktadır. Bununla birlikte eser yalnızca bir sözlük olmayıp Türkçe’nin XI. yüzyıldaki dil özelliklerini belirten, ses ve yapı bilgisine ışık tutan bir gramer kitabı; kişi, boy ve yer adları kaynağı; Türk tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına dair zengin bilgiler ihtiva eden, aynı zamanda döneminin tıbbı ve tedavi usulleri hakkında bilgi veren ansiklopedik bir eser niteliği de taşımaktadır [1].
Kaşgarlı Mahmud hakkındaki bilgilerimiz kısıtlıdır; bazı araştırmalar onun büyük olasılıkla Karahanlı hanedanına mensup bir şehzade olduğunu ve taht mücadelesi neticesinde hayatını kurtarmak için vatanından ayrılmak zorunda kaldığını, bazıları ise soylu ve yönetici bir aileden geldiğini ileri sürmektedir. Eserdeki “Barsgan: Afrȃsiyȃb’ın bir oğlunun adı. Barsgan’ı o kurmuştur. Mahmud’un babası bu şehirdendir” ifadesinden hareketle Kaşgarlı’nın bugün Kırgızistan sınırları içinde bulunan Barsgan şehrinden olduğu varsayılmaktadır. Kaşgarlı, eserini yıllarca süren kapsamlı bir çalışma ile bütün Türk dünyasını dolaşarak edindiği bilgiler ve gözlemler temelinde kaleme almıştır.
Müellif, XI. yüzyıl Orta Asya Türk kavimlerini boylarına göre tasnif ettikten sonra bunları konuştukları dil ve ağız farkları yönünden ele almış, Türk boylarının birbirine olan yakınlıkları ve temasları üzerinde de durmuştur. Ayrıca Türk kavimleri içerisinde yabancılar tarafından konuşulan dillere ve onların konuştukları Türk ağızlarına da temas etmiştir [1].
Eser Karahanlı Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Bu Türkçeye Hakaniye lehçesi adı verilmektedir. Hakaniye lehçesi 11. yüzyılın standart Türkçesi konumundadır. O dönemde Oğuzların konuştuğu Oğuz lehçesi henüz yazılı bir dil statüsünde değildir ve Oğuz Türkçesiyle yazılmış ilk yazılı eserleri 13. yüzyılda Yunus Emre ve Sultan Veled gibi şairlerle görmeye başlarız. Kaşgarlı eserinde ağırlıklı olarak bu iki ağız üzerinde durmuştur. Kaşgarlı, Hakaniye Türkçesini “Türk şivelerinin en incesi ve zarifi yani edebisi”, Oğuz Türkçesini ise “Türk şivelerinin en kolayı” şeklinde tanımlamıştır.
Dîvânü lugāti’t-Türk’te esas itibariyle Karahanlı Türkçesi üzerinde durulmakla birlikte Oğuzlar’a da önemli bir yer verilmiştir. Eserde yalnız Oğuzlar’ın bütün boyları ve damgaları ayrı ayrı zikredilmiş ve sözlükte Hâkāniye Türkçesi’nden sonra en çok Oğuz Türkçesi’ne ait kelimeler yer almıştır. Sözlükte ayrıca ağızların fonetik ve morfolojik değişiklikleri üzerinde de durulmuştur [1].
Divanü Lügati’t Türk, Türklükle ilgili bilinen birçok konuda en eski kaynak durumundadır. Örneğin, Kaşgarlı Mahmud, Oğuz Türklerini oluşturan 22 Oğuz boyunun tamgalarını kaydetmiş ve Divan bu Türk boylarının alametlerini gösteren en eski kaynaktır. Okuyucularımızdan elimizde bu kitabın ve dolayısıyla bu tamga bilgisinin bulunmadığı durumu biraz düşünmelerini rica ediyorum. Örneğin “Osmanlıların kökeni belirsizdir, geçmişleri uydurma ve değiştirilmiş metinlerden oluşturulmuştur” diyenlere karşı Osmanlı’nın Osman Gazi döneminden itibaren kullandığı Kayı boyu tamgasının 200 küsur yıl önce bir kitapta yer aldığını söyleyemezdik. DLT ile ilgili bu türden sayısız örnek verilebilir ve bu durum Türk tarihini ve kültürünü sağlam bir temele oturtmamızı sağlamıştır. Örneğin Kaşgarlı’nın 12 hayvanlı takvimden söz ederek ejderha yılında bulunduğunu belirtmesi, Türklerin o dönemde bu takvimi kullandığını ortaya koymuştur. Kitapta Uygur harfleri gösterilerek Türk yazısı tanıtılmış ve bundan o tarihlerde Türklerin hala Uygur yazısını kullandığını anlamaktayız. Uygurlar bu alfabeyi doğu İran kavmi olan Soğutlar’dan almış ve Türkler 9. yüzyıldan 11. ve 12. yüzyıllara kadar bunu kullanmış, 12. yüzyılda Arap alfabesine tam geçiş gerçekleşmiştir. Görüldüğü üzere kitapta az veya çok değinilen birçok husus bize Türk kültürüyle ilgili değerli bilgiler sunmuştur.
Kȃşgarlı Mahmud, gerçek bir bilim insanıdır; “Türklük Bilimi”nin (bilenen ve yaygın terimiyle “Türkoloji”nin) kurucusu ve öncüsüdür. Nitekim Türklerin kökeni, Türklerin yaratılışı, Türklerin tarihi, Türk boyları ve toplulukları, Türk boylarının ve topluluklarının dağılımı, adları, unvanları, yaşadıkları coğrafyalar, sahip oldukları yerler, yer adları (onların köyleri, kasabaları, şehirleri, dağları, gölleri, akarsuları), yaşayışları, inançları, töreleri, hukuk sistemleri, sanat ve estetik anlayışları, mizaçları, birbirleriyle ve başkalarıyla olan ilişkileri, Türkçeyi kullanmadaki farklılıkları, lehçeleri, yazıları, damgaları, sayıları / sayı sistemleri, duaları, bedduaları, övgüleri, yergileri, sövgüleri, deyimleri, vecizeleri, atasözleri, türküleri, şarkıları, koçaklamaları, ağıtları, mitleri, destanları, doğum, düğün, nişan, evlenme, bayram, kutlama, eğlenme, yeme ve içme, yas, ölüm, defin, mezar âdetleri, yemekleri, giyimleri, kuşamları, musikileri ve musiki aletleri, kullanım ve süs eşyaları, hayvanları, alışveriş tarzları… hakkında ilk ayrıntılı bilgileri veren kişi Kȃşgarlı Mahmud’dur [4].

DLT, Türk ve sözlük olmak üzere iki ana bölüme ayrılmaktadır. Başta 27 sayfa tutan ilk bölümde Türklükle ilgili bilgiler ve bir harita sunulmuştur. Divanü Lügati’t Türk’ü benzersiz kılan unsurlardan biri de bu haritadır. Bu harita Türklerin hazırladığı ilk harita ve Türk coğrafyasını tanıtan ilk harita özelliğini taşımaktadır. Sözlük bölümü isimler ve fiiller şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu kısımda Türkçe sözcüklerin Arapça açıklaması, örnek Türkçe cümleler ve bu cümlelerin Arapça karşılıkları yer almaktadır. Hem Türk hem de sözlük bölümünde açıklamalar, kimi zaman rivayetler ve efsanevi bilgilerle kimi zaman da duruma göre dini bilgilerle desteklenmiştir. Fiil bölümünde fiiller belirli geçmiş zaman üçüncü tekil kişi çekimiyle sunulmuş, doğrudan anlamı vermek yerine Türkçe örnek cümleler ve Arapça karşılıkları kullanılmıştır. Fiilleri cümleler içinde göstererek daha kolay öğrenilmesini hedefleyen Kaşgarlı’nın dil öğretimi konusunda da bilgili olduğu açıktır.
Divanü Lügati’t Türk neden Türklüğün ve Türk milletinin manifestosudur?
Divanü Lügati’t Türk’ü tam anlamıyla kavrayabilmek için yazıldığı dönemin tarihini ve atmosferini bilmek gerekmektedir. O yıllarda Türkleri, İran ve Irak bölgesinde Oğuz Türklerinin kurduğu Selçuklular ve bunun doğusundaki Karahanlı bölgesi olmak üzere iki ana gruba ayırmak mümkündür. Karahanlılar ve Karahanlı toplumu, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlardan gelen köklü Türk devlet düzeninin mirası üzerinde yükselmiştir. Aynı zamanda İslamiyet’i topluca benimseyen ilk Türk topluluğu konumundadırlar. Oğuzlar ise 11. yüzyıl öncesinde çok belirgin olmayan ancak 11. yüzyılda hızla büyük bir güce ulaşan bir Türk boyuydu. Kitabın yazıldığı dönem, İslam dünyasında Oğuz Türklerinin nüfuzunu giderek artırdığı bir dönemdir. 1055 yılında Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in orduları ile Bağdat’a giderek Abbasi Halifesini Şii mezhepli Büveyhilerden kurtarmasıyla Türkler İslam dünyasının en güçlü milleti haline gelmiştir. 1071’de Roma ordularını Malazgirt’te tarihi bir yenilgiye uğratan Oğuz Türkleri, artık tüm dünyanın bir numaralı gücü durumuna gelmiştir. Bu nedenle bir Karahanlı Türkü olan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlar hakkında da çok sayıda bilgi vermiştir.
[Kâşgarlı] Muhammed oğlu Hüseyn oğlu Mahmud der ki: Gördüm ki Allah devlet güneşini Türk burçlarında doğduruyor, bütün felekleri onların hükümranlığı ile döndürüyor. Onlara Türk adını verip hükümran kılmış ve onları dönemin egemen gücü eylemiş. Dönem insanının idaresini onların eline vermiş ve onları insanların başına getirip hak yolda desteklemiş. Onlara intisap edip yollarında yürüyenleri yüceltiyor, istedikleri her şeye nail eyliyor ve yaramaz insanların eziyetinden koruyor. [O zaman anladım ki] aklı olana yaraşan, oklarına hedef olmaktan korunabilmek için bu insanların tuttuğu yolu tutmaktır. Derdini dinletebilmek ve gönüllerini kazanabilmek için ise onların dilleriyle konuşmaktan daha güzel bir yol yoktur. Bir düşman, korkusundan dolayı gelip onlara sığınınca onu güvende kılarlar. Sonra başkası da ona sığınır ve zararı giderilir. Buhārā’nın sözüne güvenilir bir âliminden ve ayrıca Nîşâburlu bir âlimden duydum. Her ikisi de kendilerine ait rivayet zinciri ile şunu naklediyorlardı: Allah Resulü (s.a.v.); kıyamet alametlerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacağını söylediği sırada “Türk dilini öğreniniz; çünkü onların uzun sürecek egemenlikleri vardır.” buyurdu. Bu hadis doğru ise -ki sorumluluk rivayet edenlere aittir- Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur; yok doğru değilse o zaman da akıl bunu gerektirir [5].
Bütün bu güce rağmen Türk dili ve Türk kültürü, İran ve Irak bölgesindeki yerleşik halk tarafından hafife alınmaktadır. Afrika’dan Büyük Okyanus’a kadar Türkçe konuşulmasına karşın saraylarda, resmi yazışmalarda ve kitaplarda Türkçe kullanılmamaktadır. Bu nedenle Kaşgarlı Mahmud bu eseri, Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu ortaya koymak, Türklüğün ve Türkçenin üstünlüğünü göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek amacıyla kaleme almıştır. Bu yönüyle Divanü Lügati’t Türk başlı başına bir manifesto niteliğindedir. Türkçenin ve Türk kültürünün zenginliğini ve köklülüğünü bilimsel açıdan ispatlayan bir eserdir.
Muhteşem bir isyan örneği veren Kaşgarlı Mahmut, bize, Orta ve Ön Asya’da adım başında Türkçe konuşan kütleleri sayar döker. Her türlü siyaset ve hanedan değişikliğinin üstünde kalan bu büyük Türk halkı, Türkçeyi koruyan mucizedir [9].
Türk ismiyle alakalı Divan’da “Türklere bu adı yüce Allah verdi” diyen Kaşgarlı, kaynağını bir hadise dayandırarak Allah’ın “Benim kendilerine Türk adını verdiğim ve doğuya yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme kızarsam bu ordumu, onların başına bela ederim.” diye buyurduğunu belirtmiş ve şunları söylemiştir:
Bu, Türklerin bütün insanlara karşı sahip oldukları bir üstünlüktür çünkü Allah onların adını bizzat kendisi koymuş ve onları yeryüzünün en yüksek, havası en temiz bölgesine yerleştirmiş, üstelik “Benim ordum” diyerek onları kendisine ait kılmıştır. Kaldı ki Türklerin, güzellik, sevimlilik, parlak yüzlülük, edeplilik, büyüklere saygılı davranma, ahde vefa, övünmekten uzak durma ve yiğitlik gibi övülmeğe değer pek çok güzel vasıfları vardır [5].
Divanü Lügati’t Türk’ün elimizdeki tek nüshası nasıl bulunmuştur?
DLT’nin bilinen tek yazma nüshası İstanbul Fatih Millet Kütüphanesindedir. Bu nüsha Kaşgarlı’nın yazdığı esas nüshadan 26 Şevval 664’te (1 Temmuz 1266) Muhammed b. Ebû Bekir b. Ebü’l-Feth es-Sâvî tarafından istinsah edilmiştir. Bu nüshanın son sayfasında miladi 25 Ocak 1072 günü Kaşgarlı Mahmud’un eseri yazmaya başladığı ve 12 Şubat 1074’te tamamladığı anlaşılmaktadır. Kaşgarlı eserini muhtemelen 470’te (1077) Bağdat’ta Halife Muktedî-Biemrillâh’ın oğlu Ebü’l-Kāsım Abdullah’a takdim etmiştir.
Mevcut nüsha, büyük bir cilt halinde olup 319 yaraktır. Kağıdı, vaktiyle Çin, Hint, Afgan gibi Doğu memleketlerinde yapılmış sağlam ve kahn bir kağıttır. Yazısı oldukça kötü, bir nesih bozmasıdır. Kitabın bazı yerleri nem sebebiyle kararmış ise de bozulmamış ve çürümemiştir. Birkaç kelimenin dışında her yeri okunabilmektedir [8].
Elimizdeki tek nüshanın bulunuşu ise başlı başına bir hikayedir. Şimdi zamanda bir yolculuk yaparak 1914 yılına gidelim. Dîvânü lugāti’t-Türk adında bir kitabın varlığı 15. yüzyıldan itibaren bilinmekte ancak bir nüshası bulunmamaktadır. 14. ve 15. yüzyıllarda yazılmış birkaç eserde DLT’den yararlanıldığı bilinmektedir. Aynı zamanda Katip Çelebi, 17. yüzyılda yazdığı ünlü kaynakça eseri Keşfi Zenun’da DLT’den bahsetmiştir. Bu eser binlerce eserin künyesini içermekte ve eserler hakkında kısa bilgiler vermektedir. Ancak Keşfi Zenun’dan sonra DLT hakkında başka bir kaynağa rastlanmamaktadır. Nihayet 1912 yılında İstanbul’da bir sahafta Ali Emiri Efendi tarafından satın alınmıştır. Ali Emiri Efendi, Osmanlı Devleti’nde çeşitli yerlerde memurluk yapmış ve hayatı boyunca topladığı kitaplarla oldukça değerli bir kütüphane oluşturmuş bir kitap tutkunu ve Millet Kütüphanesi’nin kurucusudur. İstanbul’da sahaflık yapan Burhan Efendi’ye bir hanımefendi tarafından satılması için getirilen DLT nüshası, önce Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye götürülür ancak bakanlık 30 altınlık fiyatı fazla bularak kitabı almaz. Bu arada kitaptan haberi olan Ali Emiri Efendi kitabı inceleyip önemini fark eder ve şöyle anlatır:
Mevsim kış ve hava soğuk idi. Birde(n) elinde büyük bir kitap olduğu hâlde Burhan Efendi içeriye girmesin mi? Gelip karşımda oturdu. Buyurunuz bakınız dedi. Bir de ne bakayım. Türk lisanına, Türk eş’ârına, Türk darb-ı meseline, Türk illerinin kürre-i haritasına, Türk bayraklarının resmine Türk’ün kadim yazısına dair halife-i Abbasiye zamanında yazılmış bir kitap. Ve hatta Amerika’nın keşfinden dört beş yüz sene kadar evvel telif olunduğu hâlde kitabın haritasında Cabelka namıyla Amerika da mevcut. Sevincimden adeta çıldıracağım. Fakat asla temkinimi bozmuyordum. Bayağı bir kitabı mütalaa ediyorum vaziyetinde bulunuyordum [2].
Ali Emiri Efendi, arkadaşı Faik Reşat’tan aldığı borçla hemen kitabı satın alır ve günlerce yastığının altında saklayıp hiç kimseye göstermez. Dünyada eşi benzeri olmayan bu kitabın başına bir iş gelebileceğinden korktuğu için geceleri bile uyuyamaz. Ancak kitabın şöhreti zamanla büyük bir entelektüel insan nüfusuna ev sahipliği yapan İstanbul’da hızla yayılır. Her gittiği yerde kitabı överek göklere çıkaran Ali Emiri kitabı ne birine göstermiş ne de satmıştır.
Ali Emiri Efendi, kitabı kimselere göstermeden 1.5 yılı aşkın bir süre elinde tutmuş demektir. Bu sürede kitabı Kilisli görmüş, dağınık sayfalarını düzenleyip tanzim etmiştir. Kilisli’nin yazdıklarına göre kitabı herkesin merak etmesi, hatta Ziya Gökalp’in ona “kulaktan âşık olup” “Leyla’sını arayan Kays’a dönmesi” bu sürede olmuş olmalıdır [2].
Kitabı duyan Ziya Gökalp, Ali Emiri’nin yakın dostlarından Filolog Kilisli Rıfat Efendi aracılığıyla bu kitabın oldukça önemli olduğunu, tek nüshası olması nedeniyle acilen korunması, basılarak çoğaltılması ve Türk milletine kazandırılması gerektiğini ifade etmiş, Gökalp’in araya Talat Paşa’yı da sokmasıyla kitap Maarif Bakanlığı tarafından satın alınmıştır.
Ramazan ayıdır. Adliye Nazırı İbrahim Efendi’den Ali Emîrî Efendi’yi iftara davet etmesi istenir. Zaten Emîrî Efendi, İbrahim Efendi’nin Koska’daki evine sık sık gidip gelmektedir. İftara gittiği akşam yemekten bir saat sonra hiç haberleri yokmuş gibi Talat Paşa da birkaç arkadaşıyla İbrahim Efendi’nin evine gelecektir. Ali Emîrî Efendi’yi ziyadesiyle övüp edebiyatla ilgili sohbet ederek takdirlerini dile getireceklerdir. Sonra da sohbeti Dîvânu Lugâti’t-Türk’e bağlayıp bu kitabı bastırma talebinde bulunacaklardır [9].
Eser ilk defa Kilisli Rıfat Bilge tarafından incelenerek Arap harfleriyle üç cilt halinde yayımlanmıştır. Ali Emiri Efendi’nin Divan ile ilgili görüşleri etkileyicidir:
Bu kitap değil Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak kazanacak. Arap dilinde Sibevyhi’nin “el-Kitab”ı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gele cihanın hazineleri kâfi gelmez [9].
Bir diğer ilginç anekdot, DLT nüshasının o sahafa nasıl geldiğidir. Bu nüsha sahaf Burhan Efendi’ye bir hanım tarafından getirilmiştir. Bu hanım, Osmanlı’nın son döneminde Maliye Nazırlığı yapmış Ahmet Nazif Paşa’nın aile eşrafından biridir. Ahmet Bican Ercilasun’a göre Ahmet Nazif Paşa, 17. yüzyılda IV. Mehmed devrinde sultanın has imamlığını yapan Vanî Mehmed Efendi’nin 6. kuşak torunudur. Ercilasun’a göre Mehmed Efendi’nin bir şekilde kitabı Topkapı Saray kütüphanesinden çıkardığı ve kitabın saray kütüphanesine Mısır’ın fethi sonrası Yavuz Sultan Selim tarafından getirilen kitaplardan biri olması muhtemeldir.
Bulunan nüsha için Talat Paşa, Ali Emiri Efendi’ye 300 altın göndermiş, Ali Emiri ise eserin millete ait olduğunu belirterek paranın sadaka olarak dağıtılmasını, sadakanın da Dîvânü lugāti’t-Türk sadakası adıyla verilmesini istemiştir. O dönemlerde ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki’nin önde gelen ismi ve Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa gibi bir devlet adamının ve İttihat ve Terakki politbürosunun önemli isimlerinden büyük Türk milliyetçisi Gökalp’ın DLT’yi halka mal etme çabaları, memleketin en zor günlerinde bile Türklüğe verilen önemin göstergesidir. Ali Emiri, “Millet Kütüphanesi Ne Surette Teşekkül Etti?” adlı yazısında şunları söylemiştir:
Filhakika hemen ertesi günü Ziya Gökalp Bey gelerek kitabı alıp götürdü. Ve basılmaya mübaşeret olundu (başlandı). Ziya Beyle Kıblelizade Fuad Bey (Fuat Köprülü) de birlikte idi. Birkaç gece sonra İbrahim Beyefendi bendenizi gördü. Bize yüz lira ikramiye verileceğini beyan eyledi. Ben simsar değilim, dellâl değilim. Vatan namına bir kitap istenilmiş, vermişim. Buna mukabil para vermenin ne lüzumu vardır, istemem (1. Dipnot) cevabını verdim (2. Dipnot). Ol vakit Talat Paşa ilaveten memuriyet suretiyle maliye nazırı vekili idi. Akrabadan Basri Bey’i (3. Dipnot) görerek Emiri Efendi galiba yüz lirayı az görüyor, üç yüz lira verilmesini emrettim. Kendisine söyle, gidip maariften parayı alsın demiş idi. Üç yüz lira değil bin lira olsa yine kabul etmem. Dokuz yüz seneden beri eslafımız (bizden öncekiler) tarafından kemal-i itina ile muhafaza edilerek bana vâsıl olan bir yegâne nüshanın tab ü ta’did (hazırlanması) ile pençe-i ziyâdan kurtarılmış olması bana mükâfat-ı kâfidir cevabını verdim [2].
Divanü Lügati’t Türk’ten detaylar
Kitaptaki dünya haritasından bahsetmiştik. Bu haritada Kaşgarlı taht biçiminde çizdiği Türk ülkesini (Balasagun) dünya haritasının merkezi olarak almış ve diğer yerler buna göre düzenlenmiştir. Haritanın ortasında Yarkent, Kaşgar, Barsgan ve Balasagun gibi birçok Türk şehri yer almıştır. Kaşgarlı Çin Seddi’ni de haritasına dahil etmiş ve bu seddin, yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc’lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini yazmıştır [6]. Haritalarında merkezi Mekke alan Arap haritacıların aksine Balasagun’un merkez olarak alınması hem bir karşı duruş hem de siyasileşmiş bir kültürel revizyonizm olarak ele alınabilir [9].
Türk boy ve topluluklarının yaşadıkları yerlere, bölgelere, şehirlere ilk kez bu haritada yer verilmiştir. Japonya başta olmak üzere bazı ülkelerin, milletlerin ve toplulukların yaşadıkları yerlerin adları da yine ilk kez bu haritada gösterilmiştir. Kȃşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti’t-Türk’te verdiği harita, bu sebeple hem Türk haritacılık tarihi bakımından hem de dünya haritacılık tarihi bakımından büyük önem taşımaktadır [3].
Batıda işaret edilen yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güneybatıda Habeşistan’a, güneyde Hint, Sint, doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir [6].

Harita renkli ve daire şeklindedir. Haritada dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mavi ve çöller sarı renktedir. Modern haritaların aksine haritanın üst kısmı kuzeyi değil doğuyu göstermektedir. Japonya’dan kuzey Afrika kıyılarına ve İspanya’ya kadar o zaman bilinen dünyanın önemli bir kısmını gösteren harita aynı zamanda Japonya’nın ilk kez görüldüğü haritadır. Cabarka ismiyle haritanın üst kısmında ince bir çizgi olarak gösterilmiştir.
Zamanımıza kadar gelen ve yaygın olarak kullanılan ilk Japon haritası Kyoto yakınlarındaki Ninna tapınağında bulunan ve dış kaynaklardan etkilenerek hazırlanmış, 1303 tarihini taşıyan haritadır. … İlk Japon haritası bir Japon tarafından 14. yüzyılda çizilmiş, bir dünya haritasında yer alması ise 15. yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde de olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11. yüzyılda Kȃşgarlı Mahmud tarafından çizildiği bir gerçektir [6].
Haritayla alakalı Kaşgarlı “Rum ülkesinden Maçin’e dek Türk ellerinin hepsinin boyu beş bin, eni sekiz bin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir.” demiştir.
Divan’da 13 devlet ve ülke, 27 il, 46 şehir, 11 kasaba ve köy, 33 mevki ve yurt adı geçmektedir [7]. Divan’da yer alan 13 ülke ve 27 il şunlardır:
Ülkeler: Barshan, Çaparka, Çin, Hind, Kıtay, Maçin, Rum, Rus, Tabgaç, Tangut, Tezik, Tübüt ∼ Tüpüt (Tibet), Yemen.
İller: Aramut, Argu, Basmıl, Başkurt ~ Başgırt, Beçenek ~ Peçenek, Bulgar, Çaruk, Çigil, Çumul ~ Kümül, Edgiş ~ Ekdiş (Özçend / Özkent), Harzem, Kalaç, Karluk, Kay, Kençek, Kıpçak, Kırgız, Oğuz, Soğd, Suvar ~ Sabar, Tatar, Toksı, Ugrak, Uygur, Yabaku, Yagma, Yimek.
Haritada Türk boylarının yerleşimlerine önem verilmiştir. Bu boyların dil ve lehçeleriyle alakalı bilgiler verildikten sonra boylar ve onların komşuları haritada gösterildiği için harita aynı zamanda bir dil haritasıdır. Divanda Türk boyları şöyle izah edilir:
Türkler aslında yirmi boydur. Bunların hepsi, Nuh peygamberin (Allah’ın duası üzerine olsun) oğlu Yâfes oğlu Türk’e dayanır. Bunlar, İbrâhim (Allah’ın duası üzerine olsun) oğlu İshak oğlu İysû oğlu Rûm oğulları gibidirler. Bu boyların her birinden ayrılmış dallar vardır ki onların sayısını Allah’tan başka kimse bilmez. Ben ana kabileleri saydım; tâli olanları bıraktım. Ancak Oğuz Türkmenlerinin oymaklarını ve hayvanlarının damgalarını, insanların bilmesi gerektiği için, zikrettim. Doğu taraflarındaki Müslüman olan veya olmayan her kabilenin coğrafi mevkiini, Rum yakınlarından doğuya doğru sırasıyla beyan ettim. Rum’a yakın boyların birincisi Beçenek’tir. Sonra sırasıyla Kıfçak, Oguz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabaku, Tatar, Kırkız -Bu Çin’e yakındır-. Bu boyların hepsi Rum hizasından doğuya doğru uzanırlar. Daha sonra Çigil, Toḫsı, Yagma, Ugrak, Çaruk, Çomul, Uygur, Taŋut, Ḫıtay -Bu Çin’dir-, sonra Tawgaç -Bu da Mâçin’dir-. Bu boylar da güneyle kuzey ortasındadırlar. Bunların hepsini bu daire (harita) içinde gösterdim [4].
Divan Türk halk edebiyatı açısından da büyük bir değer taşımaktadır. 250’nin üzerinde atasözü bulunmakta ve atasözü karşılığı olarak sav sözcüğü kullanılmıştır. Küçük değişikliklerle günümüzde hala kullanılan atasözleri vardır. Örneğin, “Tag tagka kavuşmas, kişi kişike kavuşur” bugün “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” şeklindedir veya “Aç ne yimes, tok ne times” bugün “Aç ne yemez, tok ne demez” şeklindedir. Divan’da şiirler dörtlük ve beyitler olmak üzere ikiye ayrılabilir. 149 adet dörtlük, 79 adet beyit bulunmaktadır. Dörtlüklerde aaab veya aaaa gibi kafiye düzenleri vardır [8]. Divan’ın açık ara en çok bilinen şiiri Alp Er Tunga ağıtıdır:
Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Şimdi yürek yırtılur
Divan’da 4+3 duraklı 7 heceli ölçüyle yazılmış ve aaab şeklinde kafiyelenmiş yedi pastoral şiir vardır. Örneğin:
Yay baruban erküzi
Aktı akın mundızı
Togdı yaruk yılduzı
Tingle sözüm kelgüsüz
(Bahar gelirken kar ve buz suları coşkun sellerle aktı.
Parlak Tan yıldızı doğdu, sözümü gülmeden dinle.)
Divan’da tedavi amaçlı kullanılan bitki isimleri de yer almaktadır. Örneğin, “yabça.n yavşan otu” günümüz Türkçesinde halen kullanılan bir bitki adıdır. Günümüzde oynanmaya devam eden “Aşık oyunu” (koyun ve keçilerin arka bacaklarındaki dört yüzlü kemikle oynanan geleneksel oyun) Divan’da ayrıntılı şekilde açıklanmaktadır. Bu durum Türk kültürel geleneğinin tarihsel sürekliliğinin somut bir göstergesidir. Divan’da “ütüğ” sözcüğü karşımıza çıkmaktadır. Bu kelime “ütüg mala şeklinde bir demirdir. Kırışıklıkları gidesin diye elbisenin dikiş yerleri onunla kızdırılır” biçiminde tanımlanmış olup, Türklerin giyim kuşam konusundaki hassasiyetini ve tarih boyunca medeni yaşam standartlarına sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Medeniyet düzeyinin bir başka göstergesi olan ve günümüzde yeni tanışılan kişilere yöneltilen “nerelisiniz” sorusuna benzer bir tanışma biçimi Divan’da kayıtlıdır:
“ bo.y kalınlaştırarak. Cemaat, kabile, aşiret. Oğuzca. Birbirini tanımayan iki kişi selamlaştıktan sonra bo.y kim der; “cemaatin, aşiretin, kavmin kim? demektir. Sorulan kişi Salgur der; yani “benim cemaatim Salgur kabilesidir.” Veya kitabın başında saydığım boylardan birini zikreder ki onlar kabilelerinin atalarının adlarıdır. Sonra konuşmaya başlarlar veya durmaksızın ayrılırlar. Böylece her biri diğerinin grubunu bilmiş olur.”
Günümüzde hala olan bir nezaket göstergesi olarak “sen” yerine “siz” kullanımı Divan’da açıklanır:
“ Sen “sen” anlamında bir kelime. Bu sözü Türkler; çocuklar, hizmetçiler, yaş ve mertebe bakımından küçük olanlar için kullanırlar. Hürmet için ve mertebesi olan için z ile siz derler.”
Divan’da ayakla oynanan ve “Tepük” isimli bir top oyunundan bahsedilmesi Türklerin futbol benzeri bir oyun oynadığını ortaya çıkarmıştır.
“tepük kurşundan yapılan, iğ başı şeklinde bir şey. Üstüne keçi kılı vb. sarılır; çocuklar ayaklarıyla vurarak onunla oynarlar.”
Divan doğum, evlilik ve ölüm gibi hayatın en önemli olaylarla ilgili zengin bir Türk folkloru içerir. Örneğin, Türk kültüründe lohusaya özel yapılan yemekler önemli yer tutmuştur. Divan’da yer alan ve Bitlis’te “doğani” adıyla hala yapılan lohusa yemeği şu şekilde açıklanır:
“ka.gut aktarıdan yapılan yemeğin adı. Akdarı kaynatılır, sonra kurutulur, sonra da öğütülür. Yağ ve şekerle karıştırılır. Bu, lohusa yemeklerindendir.” [9]
Doğum sonrası çocukları nazardan korumak için Türk kültüründe çok sayıda uygulama bulunmaktadır. Divan’da “igit” adlı bir ilaç “nazardan ve cin çarpmasından korunmak için çocukların yüzüne sürülen bir ilaç. Bu ilaç safran ve benzer maddelerle karıştırılarak hazırlanır” şeklinde tanımlanmaktadır. Çocukların yüzlerine nazardan korunması amacıyla çeşitli maddelerin sürülmesi, Anadolu’ya taşınan geleneklerden biridir. Yine Divan’da “(arıt-) ol kozı arıttı o çocuğu sünnet etti” cümlesinden sünnetin günümüzdeki gibi önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Divan’da evlilik ile ilgili ifadelerden, günümüzde olduğu gibi o dönemde de evliliğin büyük önem taşıdığını görmekteyiz. Divan’da genç kızları ifade eden yinçü (cariye) sözcüğü kullanılmaktadır. Kızların evde beklemeyip yaşı geldiğinde evlenmesini öğütleyen bir atasözü verilmektedir:
“(yinçü) cariyeler bununla adlandırılır. Atasözü: ǖtlüg yinçü yi.rde kalma.s. Anlamı: delinmiş inci yerde bırakılmaz; biri gelip onu alır. Bu, cariyelerin bakire olarak, kız kurusu gibi uzun süre evde tutulmaması ve birisinin onunla evlenmesi için söylenir.”
Evlilik hususuna dair günümüzde hala kullandığımız dünür olmak ifadesi kullanılır:
“(tüƞürlen-) ol maƞa tüƞürlendi o, kendisini benim dünürüm saydı.”
Düğünün Türk kültüründe önemli bir yer tuttuğu Divan’da düğünle alakalı birçok kelimenin tanımının verilmesinden anlaşılmaktadır:
“küden düğün yemeği.”
“sep gelinin çeyizi. Onun malıdır.”
“kençliyü bayramlarda ve hükümdarların ziyafetlerinde yağmalanmak için kurulan sofra. Minareye benzer ve göğe doğru 30 arşın yüksekliktedir.”
tayak değnek. Küde.gü tayak birdi gelin attan inerken güveyi, bir cariye ve köleyi dayanak olsun diye ona (geline) verdi.
Osmanlı’da han yağması denilen kadim Türk geleneğinin Divan’da kençliyü adıyla verildiğini görmekteyiz. Divan’dan ölü adına yemek verme kültürünün de Türkistan’dan aktarıldığını öğrenmekteyiz:
“basan ölüyü gömdükten sonra yapılan yemek. Buradan yog basan denir.”
“yōg ölüyü gömmekten dönenler için yapılan yemeğin adı. Üç veya yedi gün sürer.”
“(yogla-) ol ölügke yogla.dı o, ölü için yoğ yaptı; bu Türklerin adetidir. yogla.r, yogla.ma.k.”
Değişen yaşam şartlarına rağmen, 11. yy’da yazılmış olan eserin içerisinde yer alan geçiş dönemleri ile ilgili uygulamaların günümüzdeki uygulamalarla benzerlik göstermesi dikkat çekici bir noktadır. Buna bağlı olarak da halk kültürüne ait ritüeller ve uygulamalarındaki direncin büyüklüğünü görmekteyiz. Türk kültürü değişen zamana karşı özelliklerini yitirmemiştir. Büyük farklılıklar olmadan, hatta bazen aynı kelimenin kullanılmasıyla devamlılığını sağlayan gelenekler, modern dönemlerde dahi gündelik yaşamda uygulanmaya devam etmiştir [10].
Divan’da Oğuz Türkçesi olarak belirtilen sözcüklerden 204 tanesi Eski Anadolu Türkçesiyle (XIII-XV. yüzyıllar arası) yazılmış eserlerde de görülmektedir. Bunlardan 45’i Eski Anadolu Türkçesine herhangi bir ses değişimine uğramadan geçmiş, diğerleri ses değişimlerine uğramıştır. Burada belirtmekte yarar var ki Kaşgarlı’nın Oğuz Türkçesi altında sınıflandırdığı sözcükler bu lehçeye özgü olanlardır, yoksa diğer Türk lehçeleriyle çok sayıda ortak sözcük paylaşmaktadır.
45 ismin (aġıl, armaġan, aşlıḳ, av, bal, bayıḳ, bayram, borsuḳ, boḳ, boy “Oğuz lehçesi cemaat, kabile, aşiret”, boy “Oğuzca yenen çemenotu”, çekürge, çil, dede, ebe, ḳat, ḳayın, ḳayır, kend, ḳırnaḳ, ḳoç, kök, köpen, köpçük, ḳuşluḳ, oba, öŋ, ören, öyle, ṣaġ “Oğuz lehçesinde sağlık ve esenlik, sağlıklı”, ṣaġ “Oğuzcada sağ (taraf)”, seŋek, siz, sökel, tamaḳ, tamar, us, ūç, üyez, yāġ, yās, yeŋgeç, yöre, yügrük, yüzerlik) Eski Anadolu Türkçesine herhangi bir ses değişimine uğramadan geçtiği saptanmıştır [11].
Divan bu yönüyle Anadolu Türklerinin konuştuğu Türkçenin aradan geçen yüzyıllarda nasıl farklılaştığını incelememize olanak sağlayan ve Türkistan’dan getirdiğimiz dilimizdeki sürekliliği gösteren kıymetli bir metindir.
Sonuç
Divanü Lügati’t Türk, Türk kültürünün ve düşünce yapısının tarihsel sürekliliği bağlamında elimizdeki en kritik kaynaklardan biridir. 21. yüzyıl Anadolu Türkleri, bin yılı aşan zaman dilimi öncesinde atalarının ifade ettiği atasözlerini halen kullanmakta, söz varlığının önemli bir kısmını muhafaza etmekte, benzer dilbilgisiyle Türkçeyi konuşmakta ve aynı yer-boy adlandırmalarını sürdürmektedir. Bu özelliğiyle DLT, Anadolu Türklüğü ile Türkistan coğrafyasındaki İslam öncesi Türk kültürel mirası arasında organik bir köprü oluşturmaktadır. Bizi biz yapan ve ayakta tutan köklerimiz, Türk kimlik bilincinin güçlenmesini sağlamaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı eserler arasında “Kitabu Cevahiri’n-Nahv fi Lȗgat’it-Türk” adlı dilbilgisi çalışmasının da bulunduğu bilinmektedir; ancak söz konusu eser henüz ele geçirilememiştir. DLT’nin 110 yıl önce keşfedilmesi ve Dede Korkut’un 13. hikayesinin yakın dönemde bulunması, benzer eserlerin de gün yüzüne çıkabileceği yönünde umut vermektedir. Belki bir gün söz konusu eser de Türk milletiyle yeniden buluşacaktır. Kaşgarlı Mahmud gibi dehalar yetiştirmiş bir milletin mensubu olmak ne büyük onurdur!
Kaynakça
[1] İslam Ansiklopedisi
[2] Feyzi Ersoy, DÎVÂNU LUGÂTİ’T-TÜRK, ALİ EMİRİ EFENDİ’Yİ NASIL BULDU?
[3] Cengiz Alyılmaz ve Semra Alyılmaz, Kȃşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t-Türk ve Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki haritanın önemi
[4] Ercilasun ve Akkoyunlu, Kâşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti’t-Türk (Giriş – Metin – Çeviri – Notlar – Dizin)
[5] Mustafa S. Kaçalin, Kaşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti’t-Türk: Türk dilinin ilk sözlüğü
[6] Sevim Tekeli, İLK JAPON HARİTASINI ÇÎZEN TÜRK KAŞGARLI MAHMUD
[7] Saadettin GÖMEÇ, Divanü Lûgat-İt-Türk’de Geçen Yer Adları
[8] Saim Sakaoğlu, DİVÂNÜ LÜGAT-ÎT-TÜRK’ÜN HALK EDEBİYATI AÇISINDAN TAŞIDIĞI DEĞER
[9] Nalan Emektar, TÜRK FELSEFESİNİN OLUŞUM SÜRECİNDE KÂŞGARLI MAHMUD VE DÎVÂNU LUGÂTİ’T-TÜRK ADLI ESERİNİN YERİ (Yüksek Lisans Tezi)
[10] Düriye Özdemir, DÎVÂNU LUGÂTİ’T-TÜRK’TE GEÇİŞ DÖNEMLERİ: DOĞUM-EVLENME-ÖLÜM (Yüksek Lisans Tezi)
[11] Murat Denizhan Kakaç, Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki Oğuzca Kayıtlı İsimlerin Eski Anadolu Türkçesindeki Durumu