Değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta Selçuklu’nun Anadolu politikasının yarımadayı devletin topraklarına katmak veya Bizans imparatorluğunu sona erdirmek değil, Oğuz kitlelerine bir yurt bulma çabası olmasıdır. Sultan Tuğrul ve Alparslan döneminde Selçuklu Devleti’nin dikkati Ortadoğu ve Mısır’da olmuştur. Bağdat’ta bulunan Abbasi halifeliği ile çok iyi ilişkilere sahip ve Sünni Abbasi halifeliğine bağlı Selçuklu sultanları kendilerini İslam dünyasının kılıcı ve koruyucusu olarak görmüş ve Sünni İslam dünyasına büyük tehdit oluşturan ve Mısır’dan Suriye’ye geniş bir coğrafyayı kontrol eden Şii Fatımi halifeliğine karşı mücadele öncelik olmuştur [9]. Sultan Alparslan 1070 yılında Fatımilere karşı bir sefere çıkmıştır. Suriye’ye yürümeden önce, Alparslan Erciş’i ve Bizans’ın doğu savunmasında Ani kadar kilit rolde olan Malazgirt’i fethetmiştir ve Bizans’ın elindeki Urfa’yı kuşatmıştır. Bu gelişmeler Bizans’ta büyük bir paniğe sebep olmuş ve Diogenes’in girişimiyle bir barış teklifi yapılmıştır. Teklife olumlu yaklaşan Sultan, uzayan ve başarısız giden kuşatmayı kaldırarak Halep’e rotasını çevirmiştir. Halep’teki Fatımi yanlısı Emir’in teslim olmaya zorlandığı ve ordunun Mısır’a hareket için hazırlandığı sırada, Sultan Alparslan, Diogenes’in büyük bir orduyla Türkleri tamamen Anadolu’dan atmak hedefiyle Anadolu’nun içlerine kadar ilerlediği haberini almıştır. Diogenes Bizans’ın doğudaki son hudut şehri olan Erzurum’a ulaşmıştır. Ordusunun bir parçasını Ahlat’ı kontrol etmek için bölen imparator, Malazgirt’i tekrar ele geçirmek için yola çıkmıştır. Vaziyeti haber alan Alparslan, benzer şekilde ordusunun bir kısmını Ahlat’a destek için yollayıp imparatorun komutasındaki orduyu karşılamak için Malazgirt’e yönelmiştir. 22 Ağustos 1071’de Malazgirt kalesini kuşatan Bizans ordusu, 23 Ağustos’ta şehri savunan Selçuklu birliğinin teslim olmasıyla şehri tekrar ele geçirmiştir. Selçuklu ordusunun öncü kuvvetlerinin Malazgirt ovasına sızarak Bizans ordusunu sürekli meşgul tutması ve Alparslan’ın ordugâhını Malazgirt’i gören ama Malazgirt’ten görülmeyen stratejik bir noktaya konumlandırması sebebiyle Bizanslılar sultanın ordusunun gelişini fark etmemişlerdir. Bu zaafı değerlendiren Sultan, Malazgirt’e doğru ilerleyerek Malazgirt platosunun ortasında çevreye hâkim yükseklikteki bir konuma otağını kurmuştur. Kaynaklarda iki ordunun mevcutları çok fazla değişkenlik göstermekle birlikte, Bizans ordusunun sayısal olarak en az iki kat üstün olduğu kesindir. Bu sebeple, Sultan’ın barış girişimi İmparator tarafından reddedilmiş ve 26 Ağustos 1071 Cuma günü iki ordu Malazgirt ovasında karşı karşıya gelmişlerdir. Cuma sabahı Bizans ordusu taarruza geçmiş ancak kadim Türk savaş taktiği olan Turan taktiğini uygulayan Türk ordusunun sahte geri çekilmesiyle (ricat) yanılgıya düşmüştür. Selçuklu karşı taarruzu başlamış ve Bizans ordusunun sağ kanadı ve İmparator’un yönettiği merkezi çembere alınarak imha harbine başlanmıştır. Bizans ordusunun sol kanadı ve yedek birlikleri bu büyük bozgunun üzerine kaçmış ve savaş güneş batarken Selçuklu zaferiyle neticelenmiştir. Romanos Diogenes sağ olarak ele geçirilmiştir. Savaşta değinilmesi gereken önemli bir nokta da Bizans ordusunda paralı asker olarak görev yapan Türk Peçenekler ve Uzların savaş esnasında Türklerin tarafına geçmesidir. 1071 yılında günümüz Türkiye’sinin Muş ilinin Malazgirt ilçesinin güneydoğusundaki platoda Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusunun Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes’e karşı kazandığı Malazgirt Savaşı Anadolu’nun kapılarını tamamıyla Türklere açmıştır. 1176 yılında Anadolu Selçuklularının Miryokefalon’da Bizans’a karşı kazandığı zafer Malazgirt’ten beri Anadolu’da gerçekleşmiş Türk kazanımlarını kalıcı hale getirmiştir. Askeri direnci yok olan Bizans, Türklerin Diyar-ı Rum’u (Roma Ülkesi) 3-4 asır gibi kısa bir süre içerisinde baştan aşağı bir Türk yurduna yani Türkiye’ye dönüştürmesine engel olamamış, aciz bir şekilde tarihin akışını seyretmek mecburiyetinde kalmıştır, ta ki 1453 yılının bir Mayıs günü, 21 yaşında bir Türk sultanının çağ kapatıp çağ açan, İslam peygamberi Hz. Muhammed tarafından müjdelenmiş o kutlu fethine kadar…

Anadolu Selçuklu Devleti ve Malazgirt’te Sultan Alparslan’la beraber cenk etmiş Selçuklu ve Türkmen beylerinin kurduğu ilk Türk beylikleri olan Danişmentli, Saltuklu, Artuklu ve Mengücekli beyliklerinin siyasi hakimiyetiyle Anadolu’nun orta ve doğu kısımları tamamen Türk hakimiyetine geçmiştir. Türklerin hızlı ilerleyişi karşısında çaresiz kalan Ortodoks Bizans’ın, Katolik dünyasının lideri Papalıktan yardım istemesi Bizans’ın ne kadar çaresiz olduğunu göstermektedir.
“Türk fetih harekatı sonucunda Anadolu bir Türk vatanı haline gelmeye başlamıştır. Bunun başlıca sebebi, Türk fetihleriyle göç hareketlerinin birlikte yapılmış olması ve Türklerin Anadolu’da arka arkaya siyasi teşekküller meydana getirmeleridir.”
“Anadolu Batı’da 11. asırdan buyana “Türkiye” diye bilinir. Bu ismin ilk kullanılışına Türklerin 1071’deki Malazgirt Savaşı’nın ardından bölgeye kalabalık gruplar halinde yerleşmelerinden hemen sonra, 1085’te tesadüf edilir. Eski asırlarda çizilen bütün haritalarda, yazılan tarih kitaplarında, batılıların kaleme aldıkları seyahatnamelerde ve bu topraklarla alakalı olarak yazılanların tamamında devletin ismi “Türkiye”, bulunduğu topraklar da “Anadolu” diye geçer.” [5]
[6] Anadolu’nun Fethini Kolaylaştıran Faktörler, Nilay Ağırnaslı
[7] Kösedağ savaşı ve tarihin akışına etkisi, İbrahim Koca
[8] Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi, Mustafa Kafalı
[9] Türklere Anadolu’nun Kapılarını Açan Savaş: Malazgirt, Adnan Çevik
Bir yanıt yazın